Araştırma AlanlarıUluslararası Hukuk...

Uluslararası Hukuk Açısından Doğu Akdeniz ve Türkiye

Özet

Geçmişten günümüze Türk dış politikası incelendiğinde 1571’den İngiltere’nin ilhakına kadar Türk hakimiyetinde olan Kıbrıs daha sonraki süreçte giderek önemini artıran bir başlık haline gelmiştir. Küreselleşen dünyada artan enerji ihtiyacı ve enerji üretim maliyetleri devletleri yeni alternatif kaynaklar aramaya ve mevcut kaynakların hakimiyetini korumaya yöneltmiştir. Doğu Akdeniz bölgesinde bulunan yeni enerji yatakları Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin bölgeye olan ilgisini yeniden canlandırmış, uluslararası enerji şirketlerinin de faaliyet göstermek istediği başlıca alanlardan biri haline gelmiştir. Bu makalede Türk dış politikasında önemli konulardan biri olan Doğu Akdeniz ve enerji politikaları uluslararası hukuk ve karşılıklı bağımlılık perspektifinden incelenecektir.

Giriş

Akdeniz’in kontrolü açısından stratejik bir öneme sahip olan Kıbrıs adası 1571 yılında Osmanlı-Venedik savaşı sonucunda Türk hakimiyetine girmiştir. 1878’de Osmanlı-Rus savaşının ardından İngiltere’ye kiralanan ada Birinci Dünya Savaşı sırasında 1914’te İngiltere adayı ilhak etmiştir. 1925’te kraliyet kolonisi ilan edilen Kıbrıs’ta Rumlar Enosis isyanları başlatmış adadaki Türkler ve Rumlar arasında çatışmalar yaşanmıştır. Türkiye’nin girişimleri ile uluslararası alanda başarılı bir diplomasi yürütülerek 1959’da adada bir devlet kurulsa da bu devlet uzun ömürlü olmamıştır. Rumların artan saldırıları ve adada yaşanan insan hakları ihlalleri sonucunda 1974 yılında Kıbrıs Barış harekatı yapılmıştır. 1983 yılında ise KKTC devleti kurulmuş günümüzde de giderek önemini koruyan bir bölge olarak varlığını sürdürmektedir.

Uluslararası hukukta devletlerin ülke kavramı tanımlanırken hava, kara ve deniz olmak üzere sınıflandırma yapılmaktadır. Devletler egemenlik haklarını üç alanda da korumak ve egemenlik haklarından doğan yetkileri kullanmak istemektedir. Doğu Akdeniz’de konumu nedeniyle günümüzde önemli enerji kaynaklarına sahip olan Kıbrıs bu bağlamda Türkiye’nin dış politikasında da önemli bir yere sahiptir. Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye uluslararası hukuka dayanarak Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmak istemektedir. Doğu Akdeniz Türkiye açısından önemli olduğu kadar ABD, Rusya, Çin ve Hindistan gibi ülkelerinde ticaretinde yer alan güzergahlardan biridir. Deniz ticaretinde uluslararası “deniz trafiğinin %30’u petrol taşımacılığının %25’i Akdeniz’den geçmektedir” (Canyaş, Kocakuşak, Canyaş, 2013, s.115). 2000’li yılların başında hidrokarbon kaynaklarının önem kazanması ile birlikte Doğu Akdeniz enerji açısından da ön plana çıkmıştır. “ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi verilerine göre Doğu Akdeniz’deki Levant ve Suriye kıyılarına yakın bölgelerde 3.5 trilyon metreküp doğalgaz ve 1.7 milyar varil petrol rezervi bulunmaktadır” (Anadolu Ajansı, 2019).  Avrupa’daki ve Türkiye’deki yıllık ortalama doğalgaz tüketim verileri dikkate alındığında “Doğu Akdeniz’deki mevcut rezervler Türkiye’nin 575 yıl, Avrupa’nın ise 30 yıllık enerji ihtiyacına karşılık gelmektedir” (Kaya, Kütükçü, 2016, s.143).

1.Uluslararası Deniz Hukuku ve Doğu Akdeniz

Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının keşfinden sonra uluslararası alanda ortaya çıkan problemlerden biri kıyıdaş devletlerin rezerv paylaşımıdır. Uluslararası deniz hukukunda başlıca kural bir deniz alanına kıyısı olan devletlerin kendi karasularında, münhasır ekonomik bölgelerinde ve kıta sahanlıklarında faaliyet gösterebilme haklarına sahip olmalarıdır. Deniz hukukuna ilişkin uluslararası alanda temel belge birçok maddesi örf adet hukukuna da kaynaklık eden 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesidir. Bu sözleşmenin 3. maddesine göre karasularının genişliği esas hatlardan itibaren azami 12 deniz milidir. 2004 yılına kadar Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından 12 millik karasuları kuralı uygulanırken, 2001 yılında bulunan yeni enerji kaynaklarının da etkisiyle “2004 yılında hem 24 millik bitişik bölge hem de 200 millik münhasır ekonomik bölge ilan edilmiştir” (Başeren, 2010, s.11). Rum Yönetimi kendi içerisinde deniz alanlarına ilişkin yasayı çıkarmadan da önce Mısır, İsrail, ABD’nin sondaj çalışmalarına izin veren faaliyetlerde bulunmuştur. Rum yönetimi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni adada yok sayarak adanın tek temsilcisi gibi Uluslararası Hukuka aykırı eylem işlemektedir.

Türkiye’nin deniz hakimiyet alanı dikkate alındığında “ipso facto ve ab inito kıta sahanlığına sahip olduğu” (Başeren, 2010, s.28-29) tezinden hareketle, güney kıyılarımızın karşısında Mısır kıyılarının olduğukıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınır kuralları uygulanarak orta hattın Mısır ile çekilip Güney Kıbrıs Rum Yönetimine de az bir deniz alanında kullanım hakkı tanınmalıdır. Hakça ilkeler göz önünde bulundurulduğunda Rum Yönetimi iddiaları ortadan kalkmaktadır. Türkiye’nin “kıyı şeridi uzunluğu 656 mil iken, Rum Yönetimi’nin kıyı şeridi uzunluğu ise bu bölgede 32 mildir” (Pazarcı, 2015, s.195). Diğer yandan adada meşru bir devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de deniz egemenlik hakları göz ardı edilemez. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 2005 yılında yaptığı karasuları kanununa dayanarak TPAO’ya 13. parselde arama yetkisi vermiştir.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının kullanımını meşru hale getirebilmek için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Lübnan ile Rum Yönetimi arasında münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşması yapılmış ayrıca diplomatik ilişkilerimizin yakın dönemde çok iyi olmadığı Suriye ile de böyle bir anlaşma yapılabileceği gündeme gelmiştir. 2003 yılında ise Güney Kıbrıs ve Mısır arasında da yine bir deniz yetki alanı antlaşması yapılmıştır.

Türkiye’yi ilgilendiren başka bir gelişme ise 6 Ocak 2020 tarihinde Yunanistan ile Mısır arasında Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin de hak talep ettiği bölgeleri de içeren münhasır ekonomik bölge sınırlandırma antlaşmasının imzalanmış olmasıdır. Aslında bu antlaşmanın zamanlaması oldukça dikkat çekicidir. Türkiye’nin Yunanistan açısından “Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 28 Kasım 2019’da imzaladığı deniz yetki alanı antlaşması” (Acer,2020, s.15) ve bölgede önemli bir güç olmak isteyen Mısır açısından Türkiye’nin Libya hükümeti ile yakın ilişkiler kurması Yunanistan ve Mısır’ı harekete geçirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Mısır ve Yunanistan arasında yapılan bu antlaşma üzerine yaptığı açıklamada

Yunanistan ile Mısır arasında deniz sınırı bulunmamaktadır. Bugün imzalandığı açıklanan sözde deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması Türkiye için yok hükmündedir. Bu anlayışımız sahada ve masada ortaya konacaktır. Sözde sınırlandırılan alan, Birleşmiş Milletler’e de bildirilen Türk kıta sahanlığı içinde yer almaktadır. 2003 yılında GKRY ile imzaladığı anlaşma ile 11.500 km2’den vazgeçen Mısır, Yunanistan’la bugün imzaladığı bu sözde anlaşma ile de yine deniz yetki alanı kaybına uğramaktadır. Bu anlaşmayla Libya’nın hakları da gaspedilmeye çalışılmaktadır.Türkiye’nin, sözkonusu alanda herhangi bir faaliyete izin vermeyeceği ve Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve Kıbrıs Türkleri’nin meşru hak ve çıkarlarını kararlılıkla savunmaya devam edeceği kuşkusuzdur. (Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 2020, https://www.mfa.gov.tr/no_-165_-yunanistan-ile-misir-arasinda-sozde-deniz-yetki-alanlari-anlasmasi-imzalanmasi-hk.tr.mfa) ” ifadelerine yer verilmiştir.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Mısır, Yunanistan, Lübnan, Suriye, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi devletleri ile egemenlik mücadelesi verdiği açıktır. Ayrıca bu devletler kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri alanlarda ABD, Fransa, İtalya gibi devletlerin uluslar arası enerji şirketlerine arama, işletme izinleri ve ruhsatları vererek Türkiye’nin ticari alanda kazanımlarını da engellemektedirler.

Sonuç

Geçmişten günümüze Türk dış politikası incelendiğinde Kıbrıs ve Doğu Akdeniz uluslararası alanda Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin ihlal edildiği ve mücadele ettiği alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin yakın zamanlarda ilişkilerinin olumsuz etkilendiği devletler olan Mısır, Yunanistan, Suriye gibi devletlerin de diplomatik olarak Türkiye’ye karşı cephe almış olmaları Doğu Akdeniz gerilimini tırmandırmaktadır. Doğu Akdeniz’de devletlerden aldıkları ruhsatları gerekçe göstererek faaliyet gösteren uluslararası enerji şirketleri de hukuka aykırı bir eylem işlemekte olup uluslararası alanda hukuka uyma çağrısı yaparken kendileri bu alanda ikircikli bir tavır sergilemektedirler. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uluslararası hukuktan doğan hak ve menfaatlerini korumak adına bölgede hukuka uygun hareket ederek bölgesel ilişkilerini güçlendirmeli ve mevcut alanlarda faaliyetlerini sürdürmelidir. Ulusal ve uluslararası alanda deniz yetki alanları konusunda çalışacak nitelikli devlet görevlileri, hukukçular ve uzmanlar yetiştirilmeli gerekli önemler alınmalıdır.

Kaynakça

Gülnur BALCI
Gülnur BALCI
Ufuk Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden 2019 yılında derece ile mezun oldu. Ufuk Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Programı Yüksek Lisans (Tez Konusu: Uluslararası Hukukta Hukuka Aykırı Eylem ve Diplomatik Özür) eğitimini 2021 yılında tamamladı. Uluslararası Bilim Kültür Kongresinde "Türk Dış Politikasında Kudüs'ün Yeri" başlıklı bildirisi yayınlanmıştır. "Uluslararası Hukukta Hukuka Aykırı Eylem ve Diplomatik Özür" başlıklı yayımlanmış kitabı bulunan Balcı, ileri düzey İngilizce ve orta düzeyde Almanca bilmektedir.

İlgili Yazılar

YORUM ALANI

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz