Türkiye – Açık Pencere https://www.acikpencere.com Gençlik Düşünce ve Araştırma Kuruluşu Tue, 09 Apr 2024 08:05:47 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://www.acikpencere.com/wp-content/uploads/2020/12/cropped-kullanici-32x32.png Türkiye – Açık Pencere https://www.acikpencere.com 32 32 Atatürk Dönemi Rusya ile İlişkiler https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/ataturk-donemi-rusya-ile-iliskiler/ Thu, 17 Mar 2022 08:00:10 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=5934 ÖZET

Mustafa Kemal Atatürk Dönemi’nde Rusya ile yapılan antlaşmalar Türkiye’nin hem Rusya hem de Batı ile ilişkilerinin gelişmesine önayak olmuştur. Bu antlaşmalardan biri olan Moskova Antlaşması günümüzde de önemini korumakta ve iki ülke arasında gündem olmaktadır. Bu çalışmada ikili ilişkilerin gelişmesine önayak olan antlaşmalar ve görüşmeler ele alınmıştır ve Mustafa Kemal Atatürk Dönemi Türkiye-Rusya ilişkileri ve bu ilişkilerin günümüz Türkiye-Rusya ilişkilerine etkisi çalışılmıştır.

GİRİŞ

Geçmişte yapılan antlaşmalar ülkeleri dolaylı ya da doğrudan etkilemektedir. Genellikle dolaylı etkileri antlaşmaların bağlayıcılığı kalmadığı zaman görülmektedir. Doğrudan etkileri ise devam eden antlaşmalarda görülmektedir. Rusya ve Türkiye ilişkilerinde her ikisi de mevcuttur. İkili ilişkilerin gelişimi geçmişte yaptıkları antlaşmalar ile güçlenmiştir. İkili ilişkilerin geliştirilmesinde Mustafa Kemal Atatürk önemli bir liderdir. İlişkilerin ilk geliştirildiği dönemlerde iki ülkede yeni savaştan çıkmış ve bitap durumdadır. İlişkilerin geliştirilmesi iki ülke açısından da avantaj sağlamıştır. İki ülke arasında geçmişte sorunlar olmuştur. Bu sorunların temel kaynağı Mustafa Kemal Atatürk’ün Batı ile ilişkilerinde tutarlı antiemperyalizmi benimsemekten kaçınmasıdır (Ateş Uslu, 2015). Fakat Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal Atatürk’ün antiemperyalist bir politika izlediğini görmekteyiz. Uyguladığı tüm politikalar antiemperyalizm olarak adlandırılamaz. Bu Mustafa Kemal Atatürk’ün çok yönlü dış politika izlediğini göstermektedir.

Bu çalışmada 1921-1936 arası dönemleri ele alacağım. İki ülkenin ilişkilerinin anlamak için öncelikle Türkiye’nin ve Rusya’nın o dönemlerdeki ilişkilerin geliştiği ortamı kısaca inceleyeceğim. Mustafa Kemal Atatürk döneminde geliştirilen Rusya-Türkiye ilişkileri günümüze etki etti mi? Sorusu üzerinde duracağım. Atatürk’ün uyguladığı güçlü, kararlı dış politika ile geliştirdiği Rusya-Türkiye ilişkilerini önemli bir anlaşma olan Moskova Antlaşması ile başlayacağım. Moskova Antlaşması günümüzde de geçerliliğini koruyan bir antlaşmadır ve  ilişkilerin gelişmesinde önemli bir katkı sağlamıştır.

Türkiye

1919-23 yılları arasında Türkiye Kurtuluş savaşının içerisindeydi. Birinci Dünya Savaşı’nın da etkisi ile ekonomik olarak bunalımda, silah üretilemiyor, sanayi yok denecek kadar azdır ve tarımsal üretim yapılamıyordu. Böyle bir ortamda Mustafa Kemal Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı başlatmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de yani Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında kurulmuştur. O dönemde saraya (Osmanlı yönetimi) baktığımız zaman halktan kopuk olduğunu görmekteyiz. Fakat TBMM halktan seçilen temsilcilerden oluşmaktadır. Mustafa Kemal bu tarihten sonra kişisel saltanata kalkmış gözü ile bakıyordu. 1922 yılında da saltanat kaldırılmıştır. 1920 yılında Yeni Türkiye Devleti Osmanlıdan kötü bir ekonomi devralmıştır. Bu ekonomiyi düzeltmek için 1923-29 yıllarında açık ekonomik koşullarında yeniden inşa denenmiştir. Böylece liberal politikalar izlenmeye başlanmıştır. Özel girişimlerin gelişmesi için destekleyici politikalar izlemiştir. Fakat başarılı olunamamıştır. Bunun sebebi tüm dünyada etkili olan büyük buhrandır. 1930’lu yıllarda ulusal ekonomiyi kalkındırmak ve tam bağımsızlık için korumacı devletçi politikaya geçilmiştir. Böylece sanayileşme hız kazanmıştır. Bu dönemlerde dış politikada ise ilişkilerin geliştiğini görmekteyiz. Mustafa Kemal Atatürk tek taraflı dış politika izlememiştir. Avrupa ile ilişkilerini geliştirmiştir, fakat yüzünü sadece batıya dönmemiş SSCB ile de ilişkileri geliştirmiştir. Yani çok yönlü diplomasi izlemiştir. Türkiye’yi uluslararası alanda güçlü bir konuma getirmiştir diyebiliriz.

Rusya

1920-23 Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nde Bolşevikler yönetimi barış içinde bir arada yaşama politikası izliyordu. Çünkü ekonomik bunalım hâkimdi. Bundan dolayı batı ile ticarete yönelmek zorunda kaldılar. 1921 yılında ekonomik bunalım, kıtlık ve uzun süren savaşın getirdiği yıkımla birlikte köylü ayaklanmaları başlamıştır. 1921 yılında Lenin sanayi ve tarımı yenilemek için yeni ekonomi politikasını (NEP) devreye sokmuştur. NEP ile birlikte ticaret serbestisi geri getirildi, ticari işletmelerin çoğu özelleştirildi. NEP politikası ile yapılanlar ekonomiyi rahatlattı, fakat sosyalizmden uzaklaşılmıştır. 1923 yılından sonra Lenin’in hastalığı sebebi ile Stalin ön plana çıkmıştır. Bu dönemden sonra SSCB’nin dış politikasında tanınma çabaları ön plana çıkmıştır. 1924 yılında Yunanistan, Danimarka, Norveç gibi birçok ülke SSCB’yi tanımıştır. Stalin 1927 yılında NEP politikasına son vermiştir. 1928-32 yıllarına baktığımız zaman SSCB’nin ekonomik atılımlar yaptığını görmekteyiz. Bu yıllar arasında 5 yıllık plan ile ekonomik büyüme gerçekleştirilmiştir.

İkili İlişkilerin Gelişimi

16 Mart 1921 yılında imzalanan Moskova Antlaşması (Türkiye-Sovyet Rusya Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması) Mustafa Kemal Atatürk’ün başarılı diplomasisinin bir örneğidir. Moskova Antlaşması’na giden yolu anlamak için kısaca Misak-ı Milli’den bahsedeceğim. Misak-ı Milli ,Kurtuluş Savaşı sırasında yayınlanan 6 maddelik bir bildiridir. 28 Ocak 1920 tarihinde kabul edilmiştir ve Türkiye’nin barış şartlarını içermektedir. Misak-ı Milli çerçevesinde Türklerin yaşadığı vatanın bağımsız olması isteniyordu. Misak-ı Milli ile bölünemez ve parçalanamaz Türk vatanının sınırları çizilmiştir, Türk dış politikasının hedefleri belirlenmiştir ve devletin bağımsızlığı önemli konulardan biridir. Misak-ı Milli, Kurtuluş Savaşının direniş beyannamesi olmuştur. SSCB ile ilişkilerin geliştirilmesinde Misak-ı Milli ve Kurtuluş Savaşı’nda önemli bir yer tutmaktadır. Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi ve emperyalizme karşı duruşu SSCB ile Türkiye’yi ortak noktada birleştiriyordu. Ayrıca İngiltere faktörü de ortak düşmana karşı birleşmeyi sağlıyordu. Mustafa Kemal Atatürk 26 Nisan 1920 tarihinde Lenin’e bir mektup göndermiştir. Bu mektupta emperyalizme karşı olan ortak mücadeleden bahsetmiştir, ikili ilişkilerin geliştirilmesinden ve Misak-ı Milli politikasından bahsetmiştir. Ayrıca cephane, erzak, altın, sıhhi malzeme taleplerinde bulunulmuştur.  Bu mektuba Dışişleri Bakanı Çiçerin 2 Haziran 1920 tarihinde olumlu cevap vermiştir. Bu görüşmeler sonucunda 16 Mart 1921 tarihinde Moskova Antlaşması imzalanmıştır. Kısaca Moskova Antlaşması maddeleri;

Madde 1-  Taraflar birbirlerine cebren kabul ettirilen herhangi bir barış anlaşmasını tanımayacaktır. Ayrıca SSCB, Misak-ı Milli ile çizilen Türkiye sınırlarını tanıyacaktır.

Madde 2- Türkiye, Batum sancağına ilişkin topraklar ile Batum kenti Limanı üzerindeki egemenlik hakkını bazı koşullar ile Gürcistan’a bırakmaya razı olmuştur. Bu koşullar; bu halkların kültürel, dinsel hakları sağlanacak, Batum Limanından Türkiye yararlanacaktır.

Madde 3- Nahcivan özerk bir statüde kalacaktır ve kontrolü Azerbaycan’a bırakılmıştır.

Madde 4- Taraflar, Doğu uluslarının özgürlük ve bağımsızlık haklarını diledikleri rejim ile yönetebilmek haklarını açıkça belirtmiştir.

Madde 5- Boğazlar meselesi, Karadeniz’e kıyısı olan devletler arasında yapılacak olan konferansta belirlenecektir. Fakat bu Türkiye’ye hiçbir zaman zarar getirmeyecektir.

Madde 6- Taraflar, şimdiye dek yapılan tüm antlaşmaların karşılıklı çıkarlarına uygun olmadığını kabul eder ve geçersiz sayılacaktır.

Madde 7- SSCB kapitülasyonları tanımayacaktır.

Madde 8- Her iki taraf da kendi ülkeler üzerinde diğer tarafa zararı olan, savaş amacında olan örgüt ve grupların kurulması ve yerleşmesine izin vermeyecektir.

Madde 9- Taraflar, iki ülke arasındaki iletişimin kesilmemesi için telgraf, demiryolu vb. ulaşım ve iletişimi geliştirecek, kişi ve malların özgür dolaşımı için önlemler alınacaktır.

Madde 10- Taraflar, birinin diğer taraf topraklarında oturan uyrukları, yerleşmiş oldukları ülke yasalarından işlem görecektir ve ulusal savunmaya ilişkin yasalara uymaları istenmeyecektir.

Madde 11- Taraflar, birinin diğer taraf topraklarında oturan uyrukları için en elverişli duruma erişme haklarını saklı tutar.

Madde 12- 1918 yılından önce Rusya topraklarına bağlı olan, üzerinde Türkiye’nin egemenlik hakkı olduğu Rusya Sovyetleri Sosyalist Federal Cumhuriyeti Hükümetince bu anlaşma ile kabul edilen topraklar haklından her isteyen Türkiye’yi özgürce terk edebilecek ve yanına eşyasını alabilecektir.

Madde 13- Tutsaklar değiş tokuş edilecektir ve bunun esasları daha sonra yapılacak özel sözleşme ile belirlenecektir.

Madde 14- Taraflar, en kısa süre içerisinde ilişkilerini düzenlemek için ekonomik parasal ve diğer gerekli işleri düzenleyici anlaşmalar yapmayı kabul eder.

Madde 15- Türkiye ile Güney Kafkasya Cumhuriyetleri arasında yapılacak antlaşmalara uyulmasını zorunlu kılmak için Rusya girişimlerde bulunacaktır. (TELLAL, 1921 Moskova Antlaşması, 2002)

Madde 16- Anlaşma maddeleri onaylanacaktır.EK1; Türkiye’nin Kuzey-Doğu sınırı saptanmıştır.

Bu anlaşma ile Türkiye’nin uluslararası yalnızlığı giderilmiş oldu ve Doğu cephesi güvence altına almıştır. Bu anlaşma Türkiye’ye güçlü bir müttefik kazandırmıştır ve bir ülkenin gelişmesinin ve tam bağımsızlığının önündeki engel olan kapitülasyonların kaldırılması Türkiye açısından mühim bir konudur. Türkiye’nin de emperyalizme karşı savaşması Sovyetler açısından önemli bir konudur ve bu anlaşmasının yapılmasında mühim bir yeri vardır. Bundan dolayı Sovyetlerin Kurtuluş Savaşına olan desteği artmıştır. Batıdan gelen baskı azalmıştır ve Türkiye’nin Sovyetler ile işbirliği içerisinde olmasından rahatsızlık duyan İngiltere’ye karşı Türkiye’nin Sovyet kartı vardır. Ayrıca bu anlaşma ile Fransa ve İngiltere’nin Türkiye’ye karşı politikaları değişmiştir. Bu antlaşma ile her ne kadar ikili ilişkilerde sorunlar devam etse de Kurtuluş Savaşına önemli katkıları olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş Savaşının kazanılmasında Kafkas cephesinin mühim olduğunu söylemiş ve bundan dolayı Bolşeviklerle ilişkilerin kesilmemesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Bu anlaşma ile birlikte Güney Kafkasya’da iki ordu arasında işbirliği oluşturulmuştur. Bu hamle Kurtuluş Savaşının kazanılmasında etkili olmuştur.

Moskova Antlaşması günümüzde de geçerliliğini korumaktadır ve Rusya Türkiye ilişkilerinin temel taşını oluşturmaktadır. Bu antlaşma ile Türkiye-Ermenistan sınırı bugünkü şeklini almıştır. Günümüzde bu anlaşma hukuki açıdan Ermenistan-Türkiye sınırını net bir şekilde ayırmıştır ve oluşabilecek sorunların önüne geçmiştir. Moskova Antlaşması’nın geçerliliği günümüzde hala tartışılmaktadır. Özellikle 2021 yılında 100. Yılını dolduran Moskova Antlaşması ikili ilişkilerde bir gündem yarattığı söylenebilir. Ayrıca günümüzde Rusya ve Türkiye arasında yeni anlaşmaların yapılması, ortak bir noktada birleşerek, özellikle emperyalizme karşı, oluşturulan Moskova Antlaşması günümüzde yeniden böyle bir ortaklığın mümkün olduğunu göstermekte ve her iki farklı ülkenin de dış politikada bu farklılıkları bir kenara koyarak ortak sorunda birleşmeleri iki ülke açısından da olumlu sonuçlara yol açacaktır. Moskova Antlaşması farklılıkların bir kenara bırakıldığını, ikili ilişkilerin daha da geliştirilebileceğini, özellikle Mustafa Kemal Atatürk’ün kararlı dış politikası sayesinde ve eğer bu dış politika izlendiği takdirde günümüzde de mümkün olabileceğini kanıtlamıştır.

1921 yılından sonra yani Moskova Antşması’ndan sonra Rusya, Türkiye’ye askeri yardım, para yardımı gibi yardımlar yapmışlardır. Rusya’dan Türkiye’ye 37,812 adet tüfek, 44.587 sandık tüfek,66 adet top, 200.000 mermi ve 11 adet kama gelmiştir (DUMAN). Kurtuluş Savaşının kazanılmasında bu yardımların büyük bir etkisi vardır. Çünkü o dönemler yeni savaştan çıkmış bir Osmanlı vardır ve savaşacak insan gücü çok azdır, silah yok denecek kadar azdır ve kaynaklar kısıtlıdır. bu sebeplerden dolayı bu yardımlar Kurtuluş Savaşının kazanılmasında etkili olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliği sayesinde ve uyguladığı akılcı ve güçlü diplomasisi sayesinde kazanılmış bir savaştır.

Moskova Antlaşması’nın içerik olarak benzeri olan bir diğer antlaşma ise Kars Antlaşması’dır.Kars Antlaşması Türkiye ile Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan arasında imzalanan dostluk antlaşmasıdır. 3 Ekim 1921’de imzalanan Kars Antlaşması, Moskova Antlaşması’nın 15. Maddesine dayanmaktadır.  Antlaşmanın imzalandığı dönemde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Sovyetlerin altındaydı, fakat henüz Sovyetler Birliği kurulmadığı için bağımsız antlaşmalar yapabiliyorlardı. Bu antlaşma ile Türkiye’nin Misak-ı Milli’de belirtilen sınırları kabul edilmiştir. Bu anlaşma ile Türkiye’nin doğu sınırı kesinleşmiştir. Fakat 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği yıkıldıktan sonra Ermenistan, Kars antlaşmasını tanımadığını söylemiştir. Türkiye’nin ise elinde Kars Antlaşması olduğu için buna güvenmektedir.

Sovyetlerin desteği ile imzalanan bu anlaşma ile Türkiye’nin sınırları çizilmiştir. Günümüzde ise bu antlaşma Ermeni sorununun çözülmesinde en başta gelmektedir. Türkiye’nin doğu sınırlarını koruması bu anlaşmanın ehemmiyetini öne koymaktadır. Ayrıca antlaşmasının imzalandığı dönemde Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın da Misak-ı Milli ile çizilen sınırları tanıması uluslararası alanda Türkiye’nin yalnızlığının sona ermesinin göstergesidir. Kars Antlaşması’nın maddeleri Moskova Antlaşması’nın maddeleri ile benzer ya da devamlılığı niteliğindedir. Türkiye’nin doğu sınırlarını çizen ve günümüzde sınırların Kars Antlaşması’nın güvencesinde olması, Türkiye için büyük bir kazanımdır. Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde imzalanan anlaşma günümüzde önemini korumaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk Dönemi’nde Sovyetler Birliği ile imzalanan bir diğer antlaşma ise Dostluk ve Tarafsızlık antlaşmasıdır. Batılı ülkelerin 1925 yılında kendi aralarında Locarno Antlaşması’nı imzalamasının üzerine Rusya ve Türkiye oluşabilecek herhangi bir saldırı karşısında tarafsızlığını koruyacağını bu anlaşma ile garantilemiştir. Antlaşmanın geçerliliği 3 yıl olarak belirlenmişti, fakat 1945 yılına kadar uzatılmıştır. 1945 yılından sonra sona ermiştir. Bu antlaşma Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesinde önemli bir adımdır. İkili ilişkilerin daha da ilerleyeceğinin ve ileri dönemlerde de bu ve benzeri antlaşmalar yapabileceğinin bir göstergesi olmaktadır.

İmzalanan Dostluk antlaşmasından sonra da ikili ilişkiler geliştirilmeye devam edilmiştir. İkili ilişkilerin siyasi ve askeri ayaklarının oluşumundan sonra ticari antlaşma da yapılmıştır ve böylece ilişkilerin ekonomik ayağı da oluşturulmuştur. 11 Mart 1927 yılında Ticaret ve Denizcilik antlaşması imzalanmıştır. Ticari ayağı esas olarak 1922 yılında SSCB’nin Türkiye’de ticaret temsilcilikleri açması ile başlamıştır. Fakat bu temsilciliklerin komünizm propagandası yapması gerekçesi ile iki ülke arasında sorun yaratmıştır. Bu sorunların çözülmesi 1927 yılında yapılan anlaşma ile giderilmiştir. Anlaşma ile ticari temsilcilikler diplomatik dokunulmazlık kazanmıştır ve İzmir, İstanbul, Konya, Mersin, Trabzon, Eskişehir ve Erzurum’da ticari temsilciliklerin açtırılması kararlaştırılmıştır. Ayrıca üçüncü bir devlete gönderilecek mallar gümrüğe tabi tutulmayacaktır ve Türkiye’nin SSCB ihracatına yıllık sınırlama getirilmiştir. (TELLAL, 1930’ların İlk Yarısında İlişkiler, 2002)

25 Nisan 10 Mayıs 1932 yılında Başvekil İsmet İnönü ve Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Bey Moskova’yı ziyaret ettiler. Bu ziyarette ikili ilişkilerin arttırılması ve farklı politikaların ilişkilerde sorun olmaması gerektiği ve SSCB’nin Türkiye’ye kredi vermesi konuları üzerinde durulmuştur. Bu yardımın yapılmasına dair protokol 1934 yılında imzalanmıştır. Yapılan bu yardımlar ile Türkiye daha da güçlenmiştir.

Bir diğer sözleşme olan ve günümüzde önemini koruyan Montreux Boğazlar Sözleşmesi 20 Temmuz 1936 yılında Türkiye, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Avustralya, Yunanistan, Japonya, Sovyetler Birliği, Romanya ve Yugoslavya ile imzalanmıştır. İtalya 1938 yılında sözleşmeye dahil olmuştur. Bu anlaşma ile boğazlarda Türk egemenliği kurulmuştur. Sözleşme beş kesim ve dört ekten oluşmaktadır. Birinci kesimde ticaret gemilerinin geçiş rejimi yer almaktadır. İkinci kesimde savaş gemilerinin geçiş rejimi, üçüncü kesimde uçaklar, dördüncü kesimde genel hükümler ve beşinci kesimde son hükümler yer almaktadır. Birinci kesimde ticaret gemilerinin geçişine serbestlik tanımaktadır. Savaş gemilerine ise kısıtlamalar getirilmiştir. Savaş döneminde eğer Türkiye savaşta ise savaş gemilerinin geçişi Türkiye’nin inisiyatifine bırakılmıştır. Eğer Türkiye savaşta değilse boğazlar savaşan tarafların gemilerine kapatılacaktır.

Günümüzde Rusya- Ukrayna arasındaki gerginlik nedeni ile Montreux sözleşmesi gündeme gelmiştir. Türkiye, sözleşmenin gereklerini uygulamaktadır. Ayrıca burada Türkiye’nin taraf olmaması, bir noktada arabuluculuk yapması ve Montreux Sözleşmesi dahilinde hareket etmesi ile Türkiye bu gerilimden en az etki ile çıkacağını düşünmekteyim. Türkiye hem batı hem Rusya ile ilişkilerini geliştirmiş ve iki tarafla da ticaretini geliştirmiştir. Türkiye’nin konumundan dolayı bağımsız ve tarafsız hareket etmesi uluslararası alanda Türkiye’yi güçlendireceği kanısındayım.

Bugünde Türkiye’nin çok yönlü dış politika uygulaması gerektiği kanısındayım. Günümüzde daha çok Batı ile ilişkiler gündeme gelmektedir. Çok yönlü dış politika uygulamasının Türkiye’ye ne denli avantaj sağladığını yukarıdaki antlaşmalarla görmekteyiz. Mustafa Kemal Atatürk tek taraflı dış politika uygulamamıştır. Rusya ile politikasına baktığımız zaman Türkiye’yi Rusya’ya bağlamamıştır. Türkiye’nin uluslararası alanda tanınmasını sağlamış ve gelişmesinin önündeki engelleri kaldırmıştır, Asya ile ilişkileri geliştirdiği gibi Batı ile de ilişkileri geliştirmiştir.

Türkiye-SSCB ilişkilerinin bu döneme kadar geliştiğini ve iyileştiğini görmekteyiz. Mustafa Kemal Atatürk çok yönlü dış politika izlemiştir. SSCB, Türkiye’nin Batı’ya karşı bir kozuydu ve yaptığı yardımlar ve verdiği borçlar ile Türkiye’nin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği çok yönlü politika 1930’lu yıllardan sonra Rusya’nın tepkisine neden olmuştur. Rusya, Türkiye’nin Batı ile yakınlaşmasından yana değildir. Türkiye’nin güçlenmesi, Batı ülkelerinin dikkatini çektiği için Türkiye ile anlaşmalar yapmaya başlamışlardır. Mustafa Kemal Atatürk ilk baştan beri izlediği politikasını net bir şekilde ortaya koymuş ve korumuştur. Türkiye’nin güçlenmesi ve uluslararası alanda saygınlık kazanmasını sağlamıştır. Farklı politikalara sahip olmalarına rağmen Rusya ile işbirliği yapmıştır. Tüm bunlar Mustafa Kemal Atatürk’ün kararlı dış politikasını, ileri görüşlülüğünü, ileri düzeydeki strateji ve askeri zekâsını göstermektedir.

SONUÇ

Mustafa Kemal Atatürk Dönemi’nde Rusya ile geliştirilen ilişkiler günümüze dolaylı ya da doğrudan etki etmektedir. Özellikle yapılan antlaşmalar ikili ilişkilerin gelişmesini sağlamıştır. Moskova Antlaşması ile Doğu sınırlarının belirlenmesi ve Kars Antlaşması ile netlik kazanması günümüzde mühim bir konudur. Çünkü oluşabilecek sınır sorunlarına karşı şuanki Türkiye’nin elinde Kars Antlaşması vardır. Ayrıca Moskova Antlaşması’nın yapıldığı dönemlerde Türkiye Kurtuluş savaşı sürecindeydi ve bu sürece Rusya destek vermişti. Kısacası Rusya’nın destekleri göz ardı edilemez fakat Mustafa Kemal Atatürk’ün uyguladığı dış politika ile geliştirilen ilişkiler ve Türkiye’nin dış politikada tanınması ve saygı duyması gerçeği ve Mustafa Kemal Atatürk’ün stratejik zekâsı yadsınamayacak kadar büyük bir öneme sahiptir. Günümüzde Rusya ile ilişkilerde sorunlar olsa da geçmişte geliştirilen ilişkiler sorunların çözüme kavuşmasında etkilidir.

 

Kaynakça

  • Küresel Ekonomide Türk Girişimcilerin Rolü ve Lobi Faaliyetleri. (2009). Türkler Buluşuyor (s. 67-77). Dünya Türk İş Konseyi.
  • Ateş Uslu, E. A. (2015). Milli Mücadele’de Emperyalizm ve Baıyla İilişkiler. G. Atılgan, E. A. Aytekin, E. D. Ozan, C. Saraçoğlu, M. Şener, A. Uslı, et al. içinde, Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Siyasal Hayat (s. 183). İstanbul: Yordam Kitap.
  • DUMAN, Ö. (tarih yok). Atatürk Döneminde Türkiye-Rusya İlişkileri. 01 06, 2022 tarihinde atatürkansiklopedisi: https://ataturkansiklopedisi.gov.tr/bilgi/ataturk-doneminde-turkiye-rusya-iliskileri-1919-1938/ adresinden alındı
  • Montreux Boğazlar Sözleşmesi. (tarih yok). 03 04, 2022 tarihinde https://www.kiyiemniyeti.gov.tr: https://www.kiyiemniyeti.gov.tr/userfiles/file/mevzuat/Montreux%20Bo%C4%9Fazlar%20S%C3%B6zle%C5%9Fmesi.pdf  adresinden alındı
  • TELLAL, E. (2002). 1921 Moskova Antlaşması. B. O. (ed) içinde, Türk Dış Politikası (s. 173-174). İstanbul: İletişim Yayınları.
  • TELLAL, E. (2002). 1930’ların İlk Yarısında İlişkiler. B. O. (ed) içinde, Türk Dış Politikası (Cilt I, s. 319). İstanbul: İletişim Yayınları.
]]>
Türkiye-Amerika İlişkileri (1919-1960) https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/turkiye-amerika-iliskileri-1919-1960/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/turkiye-amerika-iliskileri-1919-1960/#comments Thu, 20 Jan 2022 17:14:26 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=5518 Türkiye-Amerika İlişkileri’nde Türkiye’nin Oltadaki Balık Olarak Görülmesinin Etkisi

GİRİŞ

Endüstri devriminin sonucu olarak artan üretim ile yeni pazar arayışları ve yatırım alanları fabrikaların ham madde ihtiyacı ve Avrupa piyasalarının da bu mallara doymasıyla sömürgecilik hızlanmış ve bu sömürgecilik emperyalizm haline gelmişti. 1.Dünya Savaşına baktığımızda bu savaş, tüm dünyayı denetim altına almış olan büyük devletlerin ekonomik güçlerini ortaya koyarak yürüttüğü bir savaştır. 1918 yılında Avrupa’daki devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki çatışmalarını da görmekteyiz. ABD’nin durumuna baktığımızda ise savaşa girmesi üçlü itilaf devletleri için avantaj olmuş ve Almanya’nın karşısına dikilmişti. (sander, 2016) ABD Hükümeti’nin ve başkan Wilson’ın 1918 yılında savaş sonrası düzen konusunda görüşlerini 14 madde ile açıklamıştır. ABD başkanı Thomas Woodrow Wilson Amerikan kongresinde konuşmasından, 12’inci madde ile ilgili işte şu sözleri yer almaktadır…

“Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türk kesimlerine kısmi bir egemenlik tanınmalı, Türk Olmayan halklara bağımsızlık verilmeli ve Çanakkale Boğazı uluslararası garantilerle serbest geçişlere ve ticarete açık tutulmalıdır.” (Akın, Türkiye-Amerika ilişkileri , 2016)

Wilson’ın bu söyledikleri Osmanlı için ölüm fermanı olmuştur. Boğazlarda egemenlik kurma çabalarını Wilson’ın 12. maddesiyle de bariz görmekteyiz. ABD 1800’lü yıllardan beri Akdeniz’de serbest dolaşabilmek için 2 milyon dolar kadar haraç veriyordu. Osmanlı bu dönemlerde Kuzey Afrika eyaletlerinde büyük bir maden keşfetmişti. ABD için Osmanlı önemli bir ticaret yeriydi bu yüzden Osmanlı ABD’yi “Semiz Ördek” olarak tanımlamaktaydı. (kıssınger, 2015) Osmanlı’nın ABD’nin her türlü olanaklarından ve her şeylerinden yararlandıkları için bu tanımlama yerinde olacaktır. Yıllarca devam eden haraçlar ve ticaret alışverişleri ABD’de Türk düşmanlığının oluşmasında en önemli nedenlerden biri haline gelmiştir.Osmanlı için İzmir’in işgalinden sonra Amerikan mandası ortaya çıkmıştır. İzmir’in işgali ile Asya ve Avrupa Türkiye’sinin her yerinde manda yönetimlerinin kurulması, Türkiye’nin parçalanması ve Osmanlı’nın bağımsız bir imparatorluk olarak varlığının sürdürülmesine son verilmesi için adımlar atılmış ve İzmir’in işgali önemli olmuştur. Bu dönemde Osmanlı ekonomisi batma noktasına sürüklenmiş, ülkenin olumsuz gidişinden Amerikan Mandası fikri daha sık duyulmaya başlamıştı. Hatta Halide Edip, İsmet İnönü, Mustafa Kemal’e yazdıkları mektupta da Amerikan Mandası yanlıları olduğunu belli etmektedirler.* Başkan Wilson’a yazdıkları ortak mektupta ABD’yi Osmanlı ve Ermenistan toprakları üzerinde Boğazlarda manda yönetimini kurmaya davet etmişlerdir. 24 Eylül 1919’da Sivas’ta Mustafa Kemal, Wilson ile görüşmeler gerçekleştirmiş olup ve bu görüşmelerin sonucu Sivas kongresine de yansımıştır. Milletimizin ve devletimizin bağımsızlığı, vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, milli ilkelerimize saygılı olan vatanımıza karşı saldırı ve yayılma amacı gütmeyen herhangi bir devletin ancak ekonomik, sanayi yardımının kabul edileceği söylenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Amerikan Mandasına karşı çıkmış ve Amerikan mandası yanlılarının kendi rahatlıklarını korumak adına vatanı ve Türk istiklalini feda ettiklerini belirtmiştir. Fakat İzmir’in kurtarılmasıyla, ABD istediğine kavuşamamıştır.

Öte yandan 24 Temmuz 1923 tarihinde ABD ile Türkiye arasında imzalanan Lozan Barış Antlaşması Amerikan Senatosu’ndan onay alamamıştır. Onay alamamasındaki sebeplerden biri ABD’nin kapitülasyonları kaybetmiş olması diğeri ise Ermeni lobisini destekleyen yoğun propagandalardır. Bunlar hala günümüzde de bir pürüz olarak kalmıştır. Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde, Mustafa Kemal ve başkan Roosevelt dönemine baktığımızda ilişkilerin sorunsuz bir şekilde hatta karşılıklı jestler ve hoşgörü ile ilerlediğini görmekteyiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra dengeler değişmiş, ABD’nin çıkarları Türkiye’nin çıkarlarının da önüne geçerek Türkiye’yi boyunduruğu altına almakistemiş ve gözlerini boğazlara dikmişlerdir. II. Kahire konferansında Alman ve Mihver devletlerinin başarılarından sonra Türkiye’nin de müttefiklerinin yanında savaşa girmesi istenilmiştir. İsmet İnönü bu konuda isteksiz olup aynı zamanda başkan Roosevelt’in etkisiyle tarafsız kalmasına karar verilmiştir. Türkiye kararsız politikalarının ve tarafsız kalmasının etkisini 1945’li yıllarda görmeye başlamıştır.Bu araştırma da Türkiye- Amerika ilişkilerinde, Türkiye’nin oltadaki balık olarak görülmesinin etkisi konusu, çalışmanın ana temasını oluşturmaktadır. Makalenin birinci bölümünde Türkiye-Amerika ilişkilerinde 1945-1960 yılları arasında ikili ilişkilerde izlenilen politikalar bahsedilmiş ve ikinci bölümde Menderes hükümeti dönemi ve oltanın ucundaki balık söylemine değinilmiştir. Sonuç bölümünde ise Türkiye’nin ve Amerika’nın izlediği politikalar sonucundaki durumlardan bahsedilmiştir.

  1. Türkiye-Amerika İlişkileri Dönemi: (1945-1960)

Sovyetlerin gözü Türkiye’de olup boğazlar konusundaki bazı taleplerde olmuştur. Kars, Ardahan ve Artvin’i istemiştir bununla birlikte Sovyetlere göre Boğazlar, Karadeniz bölgesinin güvenliği ve çıkarları doğrultusunda önemli olmuştur. Ancak Sovyetlerin Türkiye’ye bu yoğun baskıları ve askeri yığınak yapmaları, ABD’nin Türkiye’nin yanında olmasına sebep olmuştur. Sovyetler komünist ideolojilerini yaymak istemiş ve Doğu Avrupa’da komünist devletler kurmak istemiştir. Bu durum ABD için endişe yaratmış ve komünizmle mücadele için Türkiye ve Yunanistan’a ulusal bütünlüklerinin korunması açısından bazı yardımların verilmesi gerektiğine karar vermiştir. Böylelikle izlemiş oldukları politikanın temeli oluşturulmuştur. Bu kapsamda 12 Mart 1947’de Başkan Truman bu doktrini açıklamış, komünizm baskısı altında olan devletlere askeri ve mali yardım yapılmıştır. 1947’de gündeme gelen Truman Doktrini ile Marshall Planı da 1951 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. ABD’nin komünizm tehdidine karşı almış olduğu diğer bir önlem ise 4 Nisan 1949 yılında kurulan NATO (Kuzey Atlantik İttifakıdır). NATO’nun amacı ise ittifak ülkeleri bir araya gelerek güvenlik ve savunma konuları üzerinde iş birliği yapmaktır ve birine karşı yapılmış herhangi bir saldırı tüm üye devletlere yapılmış kabul etmektir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye tarafsızlığını bırakıp Almanya’ya savaş ilan etmiştir. Türkiye’nin çelişkilerinden dolayı Türkiye’ye güven yoktu. 16 Eylül 1950 tarihinde Türkiye’nin NATO’ya yaptığı ilk başvuru ise İngiltere, Hollanda, Danimarka ve Belçika tarafından reddedilmiştir.

Türkiye’nin tekrardan güven kazanması ve NATO’ya girmesi için her yolu Menderes hükümeti deniyordu. Kuzey Kore ile ABD destekli Güney Kore arasında bu dönemde savaş başlamış olup Kore Savaşına Türkiye ABD’ye destek olmak adına askeri birlik göndermiştir. Böylelikle NATO’ya üyelik süreci gerçekleşti. Fakat ABD için Sovyetlerin nükleer silah üretmesi tehdit bir durum oluşturuyordu bundan dolayı Türkiye’nin jeopolitik konumundan yararlanarak en ufak tehlikede vuruş üstünlüğüne sahip olmak istemiştir. Türkiye’nin NATO’ya üye olmasını bu şarta bağlamıştır. Türkiye bu şartı kabul ederek NATO’ya üyeliği gerçekleşti ve Sovyetlerin hedefi haline geldi.

  1. Menderes Hükümeti, Darbe ve Oltanın Ucundaki Balık

Menderes hükümeti döneminde mali sıkıntıların giderek artması ve sanayi alt yapısının kurulmasında sermaye yetersiz kadığında Menderes hükümeti Amerika’dan yardım istemiştir. Amerika Türkiye’nin tarım ülkesi olduğu gerekçesiyle bu isteği reddetti. Menderes hükümeti çareler ararken Sovyetler bu krediyi verebileceklerini söylediler. Bu durumda Amerika Menderes’ten vazgeçmiş, onu gözden çıkarmıştı. Sonun başlangıcı denilen durum böyle başlamıştır. Türkiye, Amerika’ya her anlamda bağımlı olmasının sonuçları hüsrana neden olmuştur. Menderesin de bu hüsranı, Amerika’nın gözden çıkarması 27 Mayıs darbesini getirmiştir. Darbeye 2 gün içinde ABD Savunma Konseyi’nden onay verildi. Bu dönemde iktisadi kredi vermeyen Amerika’nın kararında Rockefeller’in “Oltanın Ucundaki Balık” benzetmesi etkili olmuş ve Türkiye’nin ABD’ye bağlı olduğu ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istediğini de bu söz doğrultusunda görmekteyiz. (Türkiye-Amerika İlişkileri , 2016). Yani Oltanın ucundaki balık benzetmesi, oltaya takılan balığa yem vermeye gerek yoktur, bu da Türkiye’ye sürekli yem vermeye gerek olmadığını ve Türkiye ABD’den kurtulmak isterse boğazının parçalanmasına sebep olunacağını bu benzetmeyle açıklayabiliriz. Menderes’in darbesi de ne yazık ki bu durumda gerçekleşmiştir. Eğer ABD’nin çıkarları doğrultusunda hizmet etmeye Türkiye devam etseydi Amerika için bir sorun yoktu. Türkiye bu durumda ABD’ye bağımlı hale gelmesiyle, ABD için “Oltayı Yutan Balık’’ haline gelmiştir. Günümüzde hala Türkiye “Oltaya Takılan Balık” olmadığını ispatlamaya çalışmaktadır. Türkiye askeri, ekonomi, siyasi alanda güçlü bir ülke haline gelmiş bulunmakta ve kendi üretimlerini de her alanda gerçekleştirebilecek güce sahip olmuştur. “Dünya 5’ten büyüktür.” söylemi de bunu ispatlamaya örnek olarak verilebilir.

SONUÇ

Baktığımız da Türkiye’nin dış politikasını iki önemli unsur etkilemiştir. Bunlardan ilki Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşına girmemiş olması diğer unsur ise; Soğuk savaştan sonra dünyanın iki kutuplu sisteme girmiş olması ve Türkiye’nin Sovyetler Birliği tarafından tehdit ediliyor olmasıdır. Sovyetlerin gözü bu dönemlerde Türkiye’de olup, boğazlar konusunda ki talepleri Doğu bölgesinden Kars, Ardahan ve Artvin’i istemesiyle gerginlikler başlamıştır. Ancak Sovyetlerin Türkiye’ye yoğun baskıları sonucunda ABD Türkiye’ye karşı politikasını değiştirmiş ve yanında yer almıştır. ABD, Türkiye’nin borçlarını silmesinin yanında, Marshall Planı ve Truman doktrini ile ekonomik yardımlar yapmıştır. Marshall Planı ve Truman doktrini, NATO(Kuzey Atlantik Antlaşması); Sovyetlerin Ortadoğu ve Avrupa’da yayılma faaliyetlerine ve komünizme karşı Amerika’nın almış olduğu tedbirlerdir. Mali sıkıntılar Menderes döneminde artmış ve iktisadi kredi vermeyen Amerika’nın kararında Rockefeller’in “Oltanın ucundaki balık” benzetmesi etkili olmuştur. Çünkü oltanın ucuna takılan balığa yem vermeye gerek yoktur. Ne yazık ki bu dönemde Türkiye’nin tek yönlü dış politika izlemesi hatalı olmuş ve ABD dış politikasına gözü kapalı destek vermesi olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Bu dönem Türkiye’nin askeri, siyasi, ekonomi olarak ABD’ye bağlı olduğu ve Türkiye’nin emperyalizm tuzaklarıyla karşı karşıya kaldığı bir dönemdir. Günümüz Türkiye’sine baktığımızda ise her alanda kendi gücünü gösterebilecek bağımsız, yükselen bir Türkiye’yi görmekteyiz. Emperyalizm tuzakları ise hala var olmaktadır.

 

Kaynakça

  • Akın, N. (2016). Türkiye-Amerika ilişkileri. Tarih ve Gündem, 6.
    Akın, N. (2016). türki.
  • Kıssınger, H. (2015). Diplomasi. istanbul : Türkiye İş Bankası Kültür Yayını.
  • Sander, O. (2016). ABD’nin Politikası ve Savaşa Girişi. Ankara: imge kitabevi.
  • T.C. Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başakanlığı. (2021, Eylül 8). nutuk, amerikan mandası için propagandalar : https:// www.atam.gov.tr/nutuk/amerikan-mandasi-icin-propagandalar adresinden alındı.
  • Türkiye-Amerika İlişkileri . (2016). Türkiye Oltadaki Balık mı?, 18.

 

*Bu akımı temsil eden resmi ve gayri resmi Amerikan görüşünün altında yatan gizli düşünce şudur: Türkiye’yi parçalamamak, eski sınırları içinde bir bütün halinde olduğu gibi korumak şartıyla genel ve tek bir mandaya bağlamak. Suriye, Amerikan Komisyonu orada iken, genel bir kongre toplayarak Amerika’yı istemiştir. Suriye’nin bu isteği Amerika’da çok iyi karşılanmıştır.(Halide Edip Adıvar’ın, Mustafa Kemal’e yazdığı mektuptan) (T.C. Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı , 2021) bkz.

 

]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/turkiye-amerika-iliskileri-1919-1960/feed/ 60
Analiz: Donald J. Trump Dönemi ABD’nin Ortadoğu Politikası https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/analiz-donald-j-trump-donemi-abdnin-ortadogu-politikasi/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/analiz-donald-j-trump-donemi-abdnin-ortadogu-politikasi/#comments Sun, 18 Jul 2021 16:02:25 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=3186

ABD genel olarak Ortadoğu siyaseti İran’ı etkisiz hale getirme, İsrail’i güvende tutma,, Rusya’yı uzak tutma ve petrolü yönetme eksenindedir. ABD, Ortadoğu’da birçok saldırgan politikalar izlemiştir. Saldırgan politikalar sadece askeri kuvvet kullanarak uyguladığı politikalar değildir. Birçok ülkeye sert yaptırımlar uygulamıştır. ABD başkanı Donald J. Trump bu politikaları devam ettirmiştir. Fakat diğer ABD başkanlarından farkı olarak Ortadoğu’da izlediği politikaları daha sert bir biçimde ortaya koymuştur. İsrail’e açık bir şekilde destek vermesi, İsrail’in güvenliğini tehdit eden ülkelere yaptırımlar uygulaması bunun bir örneği olarak verilebilir.

Trump, başkanlığa aday olduğu sırada Ortadoğu’ya daha temkinli yaklaşacağı, daha az müdahale edeceği, İsrail ve Filistin’e karşı tarafsız olacağı, DEAŞ sorununu Rusya’ya bırakacağı ve hatta gerekirse Rusya ile işbirliğine gideceği bir politika izleyeceğini açıklamıştır. İzlediği bu seçim kampanyası Trump’ın oy oranını arttırmıştır.

Trump’ın Ortadoğu politikası, seçimlerden hemen sonra uyguladığı politikalarla anlaşılabilir. Trump’ın Müslüman halklara karşı olan tepkileri bilinmektedir. 11 Eylül olaylarından sonra ABD’de, Ortadoğu ülkelerinden ABD’ye olan göçlere temkinli yaklaşmaktadır. 27 Ocak 2017 tarihinde Trump, Müslümanların çoğunlukta olduğu bazı ülkelere seyahat yasağı getirmiştir. Bu ülkeler İran, Libya, Suriye, Somali, Yemen ve Sudan’dır. Bu ülke vatandaşlarına 90 gün süre ile ülkeye giriş yasağı uygulanacak ve 120 gün süre ile mülteci kabul edilmeyecektir. Bu ülkeleri seçmesinin sebebini teröre destek veren ülkeler olarak açıklamıştır. Ayrıca bu kararının arkasında vize sürecinin yeterince denetlenemediği kararı vardır.

Trump’ın bu politikası ABD’nin kuruluşundan beri gelen Amerikan halkının güvenliği söylemleri veya enavjelist söylemleri üzerine oturtmak mümkündür. ABD tarihindeki başkanlar gibi Trump ’ta Hristiyanların önceliğini ve güvenliğini savunmaktadır. Ayrıca ABD hegemonyasını devam ettirmek ve korumak için bu tür politikalara başvurduğu söylenebilir. Bazı Ortadoğu ülkelerine uyguladığı yaptırımlar, Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelere giriş yasağı getirmesi bunun açıkça bir örneğidir.

Trump, seçim kampanyaları sırasında İsrail’in başkentinin Kudüs olacağını ve bunu tanıyacağını sıkça dile getirmiştir. Seçim konuşmalarının birinde İsrail’in başbakanı olan Binyamin Netenyahu ile birlikte o bölgeye istikrar ve barış getireceğini açıklamıştır. Aralık 2017 tarihinde Trump Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımıştır. Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasından sonra Mayıs 2018 tarihinde Tel Aviv’deki ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşımıştır. ABD, din ile milliyetçiliği harmanlayarak oluşturduğu ABD’nin diğer ülkelerden, diğer halklardan üstün olduğu, dünyanın ABD’nin önderliğine ihtiyacı olduğunu, bundan dolayı Dünya’nın İncil’in ve ABD’nin önderliğinde kurtulacağı fikri ile hareket etmesinin bir sonucudur. Bundan dolayı ABD başkanlarında evanjelizm söylemlerini duymak mümkündür ve Mesihçilik anlayışı ile hareket etmesi bu kararın sebebidir. Bu görüşe göre İsrail’e destek vermek zorunludur, Yahudiler bu topraklarda yaşamadıkları sürece Mesih’in gelmeyeceği inancı vardır. Trump’ın bu kararı bölgedeki şiddeti arttırmıştır. Filistinlilerin Batı Şeria’dan sürülmek istenmesi, Mescid-i Aksa’nın yıkılmak istenmesi gibi uluslararası alanda tartışmalara ve şiddete yol açacak eylemler ve söylemler gerçekleşmektedir. Trump’ın bu söylemeleri tepki toplarken ırkçı ve islamofobik olarak değerlendirilmiştir. İsrail ve ABD’nin çıkar birlikteliği devam ettiği sürece bu bölgede barışın hâkim olması söz konusu değildir.

Trump’ın İran’a izlediği politikalar İran’ı yıpratmış ve İran’da büyük sorunlara – özellikle ekonomik- sorunlara yol açmıştır. 2015 yılında İran ile imzalanan nükleer anlaşmadan 2018 yılı Mayıs ayında tek taraflı aldığı karar ile çekilmiştir. Bu nükleer anlaşmadan önce İran ekonomisi küçülmeye gidiyordu. Nükleer anlaşmadan sonra 2016 yılında İran ekonomisi IMF verilerine göre %12,5 büyümüştür. Anlaşma ile İran yaptırımların kaldırılmasına karşılık nükleer silah üretmemeyi kabul etmiştir. İran’a yönelik yaptırımların kaldırılmasından dolayı İran ekonomisi büyümeye başlamıştır. Trump bu anlaşmadan çekildiğinde İran’a ağır yaptırımlar başlamıştır. Trump’ın bu anlaşmadan geri çekilmesinin nedeni ise İran’ın füze denemelerine anlaşmanın engel olmamasıdır. Bunun ardından Trump’ın 7Ağustos 2018 tarihinde İran’a karşı aldığı yeni yaptırım kararları İran yönetimi açısından ciddiye alınmamıştır. Bunun sebebi 2016’dan önce ABD’nin zaten İran’a sert yaptırımlar uygulamasıdır. Trump’ın uyguladığı bu yaptırımlar İran’ın nükleer faaliyetlerini engellememiştir. Nükleer faaliyetlerini kısa süre içerisinde yapamasa bile hala devam etmektedir.

Trump, 31 Ağustos 2018 yılında UNRWA’ya (Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı) yaptığı mali yardımları durdurma kararı almıştır. Arap-İsrail savaşlarında evlerini kaybeden Filistinlilere yardım amacı ile BM Genel Kurulu tarafından BM ajansı olarak kurulmuştur. ABD, UNRWA’ya 1949 yılından beri yardım yapmaktadır. Trump, UNRWA için düzeltilemeyecek kadar kusurlu bir kuruluş demiştir ve bölgeye yardım için büyük maddi destekte bulunmayacağını açıklamıştır. Bunun ardından ABD’nin eski Başkanı Barack Obama’nın imzaladığı 10 yıl içerisinde kademeli olarak yapılan İsrail’e 38 milyar dolarlık güvenlik yardımını Trump’ın devam ettireceği açıklaması tartışma konusu olmuştur. ABD’nin bu yardımları durdurması üzerine Filistin başkanı Mahmud Abbas’ın sözcüsü Nabil Ebu Rudeyna bu kararı halkına karşı bir saldırı olduğu yönünde açıklamalar yapmıştır. Trump’ın bu kararı Filistin-İsrail krizinin daha da derinleşmesine yol açmıştır.

Trump’ın İsrail’i desteklemek adına uyguladığı ve yine uluslararası alanda tepkileri üzerine çekmesine sebep olan bir diğer olay 25 Mart 2019 yılında ABD’nin Golan tepeleri üzerinde İsrail’in egemenliğini tanımasıdır. Bu bölgenin İsrail’e destek ve bölgesel istikrarı için kritik bir öneme sahip olduğu açıklamasında bulunmuştur. İsrail, Suriye’ye ait olan Golan tepelerini 1967 yılından beri işgal altında tutmaktadır. ABD, Suriye topraklarında bulunan fakat İsrail’in işgali altında olan Golan tepelerinde yıllarca İsrail’in varlığını sürdürmesine destek vermiştir. Avrupa Birliği’ne yaptığı açıklamada Golan tepelerinde İsrail’in varlığını tanımadığını, bu toprakları İsrail’in bir parçası olarak görmediğini açıklamıştır. Ayrıca Birleşmiş Milletler (BM) Golan tepelerinin işgaline karşı çıkmış ve bu bölgede uyguladığı kanunları, yargısı hükümsüzdür şeklinde açıklaması mevcuttur.

ABD ve İran arasındaki gerilim, İran-İslam devrimine kadar yoktu. İran- İslam devrimi sonrasında ABD ve İran arasındaki kriz başlamıştır. Fakat altını çizmek gerekir ki bu dönemden önce İran’ın nükleer enerji programı ABD tarafından tehdit olarak algılanmamaktaydı ve hatta 1967 yılında ABD, İran’a nükleer füze başlığı vermiştir. Hem tehdit olarak algılamıyordu hem de destek sağlıyordu diyebiliriz. Bu devrimden sonra tüm ABD başkanlarının İran’a karşı tutumu aynı olmuş ve nükleer silah faaliyetlerinin durdurulmasını istemişlerdir ve bu konuda anlaşmalar yapmışlardır. Trump, İran ile olan nükleer anlaşmadan çekilmesi ve İran’a yaptırımlar uygulaması İran’ı ekonomik olarak zor duruma sokmuştur. Trump’ın bir diğer İran politikası da uluslararası alanda ses getiren ve bazı ülkelerin tepkilerine yol açan karar Nisan 2019 yılında aldığı İran Devrim Muhafızlarını yabancı terör örgütleri listesine almasıdır. Bu karar ile başka bir ülkenin ordusunu terör örgütü

olarak ilan etmiştir. Bununla birlikte İran Devrim Muhafızlarının, ABD vatandaşları ile ticaret yapmalarına da yasak getirilmesi bu karar içinde yer almaktadır. Trump bu kararı açıkladıktan sonra İran ABD’ye misilleme yaparak, İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi ABD’nin Merkez Kuvvetler Komutanlığını terörist ilan etmiştir ve ayrıca ABD’yi de terör destekçisi olarak nitelendirmiştir. Bu kararı ile Kudüs gücünü de terör örgütleri listesine almış oldu. İran Devrim Muhafızlarına bağlı Kudüs gücünün teröre destek verdiği gerekçesi ile ABD, 2007 yılında Kudüs gücünü yaptırım listesine almıştır. ABD başkanlarının İran Devrim Muhafızlarını terör örgütü listesine almak için çabaladığını görmekteyiz. Trump, İran Devrim Muhafızlarının teröre destek verdiği, terör kampanyaları düzenlediği gerekçesi ile terör örgütü olarak tanımıştır.

ABD’nin Suriye politikası da diğer Ortadoğu ülkelerinde izlediği politikalara benzemektedir ve bu ülkeye uyguladığı politikalarda da bir çıkarı vardır. ABD’nin çıkarı Suriye’deki petrolü ele geçirmek ama zenginleşmek için petrol istememektedir, çünkü ABD zaten gelişmiş bir ülke konumundadır. Eğer petrolü kontrolü altına alırsa diğer ülkeleri de kontrolü altına alacağını düşünüyor. ABD başbakanları Esad yönetimine de karşıdır. Öncelikle Esad, İran’ın eski cumhurbaşkanı olan Ahmedinejad’ı desteklemiştir. Ahmedinejad, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra nükleer faaliyetlere devam edeceğini açıklamıştır ve İsrail’in yok edilmesi gerektiğini söylemiştir. ABD’ye karşı sert bir dış politika izlemiştir ve Suriye sorununda Esad’ı desteklemiştir. ABD’nin Esad yönetimine karşı olmasının bir diğer sebebi de Esad’ın Hizbullah ile olan ilişkisidir. Esad, Hizbullah’a silah temin etmektedir, Hizbullah ise Esad’ı iç savaş döneminde desteklemiştir. Hizbullah, ABD tarafından yabancı terör örgütü olarak kabul edilmektedir. Bu gibi sebeplerden dolayı ABD Esad rejimine karşıdır ve Esad’ın Suriye’de düzeni bozduğu iddiası ile istifa etmesini istemektedir. ABD,Suriye’de iki farklı bölgede yoğunlaşmak istiyor. İlk olarak Fırat’ın doğusuna yoğunlaşmak istiyor. Çünkü petrol bu bölgede bulunmaktadır ve ayrıca Suriye’nin ekonomisi için önemli olan tarım alanları bulunmaktadır. İkinci olarak Suriye’nin güneyine yoğunlaşmak istiyor. Bu bölgenin ABD için önemi İsrail’in güvenliğinin sağlanmasıdır. Donald Trump döneminde ABD, Suriye’deki askerlerini geri çekme kararı almıştı ve IŞİD ile mücadeleyi kazandığını duyurmuştu. Suriye’deki iç savaş nedeni ile göçmenlerin çoğu Türkiye’ye göç etmiştir. Türkiye ise bu sorunun önüne geçmek için Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturmak için adımlar atmıştır. Fakat bu bölgede ABD’nin askerleri bulunmaktadır. Türkiye’nin de ısrarları üzerine ve görüşmelerden sonra ABD bu bölgedeki askerlerini geri çekmiştir. Amerika’daki bazı kesimler Trump’ın bu çekilme kararına tepki göstermişlerdir. Bu tepkilerin temeli PKK ile Amerika ilişkilerine dayanmaktadır. Amerika yıllarca PKK’ya destek vermiştir ve terör örgütünü değil Kürtleri desteklediğini söylemiştir. Bu tepkilerin üzerine Trump ‘’biz Türkiye’nin düşmanı olan PKK ile ittifak yapmıştık, bunun üzerine PKK ve Türkiye arasında savaş tohumları ektik ve ayrıca Türkiye’yi Rusya’ya doğru itiyorduk’’ şeklinde açıklama yapmıştır. Yani aslında bir ülkenin daha Rusya ile yakınlaşmasını ABD’ye karşı durmasını engellemek amacı ile Suriye’nin Kuzey bölgesinden çekilme kararı almıştır.

SONUÇ

ABD’nin Ortadoğu’daki devletlere müdahale etmesi, yani Ortadoğu politikası bu bölgede kaosa neden olmaktadır. ABD’nin de asıl amacının bu olduğu söylenebilir. Çünkü bu devletler gelişmiş devletler olsalardı, ya da bu kadar çok kaos ve şiddet yaşanmadan gelişmiş olsalardı, ABD bu devletleri istediği gibi kontrol edemezdi. Yani petrole bu kadar kolay ulaşamaz, İsrail’e istediği yardımı yapamazdı. Seçim kampanyaları sırasında Ortadoğu politikaları ile istikrarı, refahı sağlayacağı söylemleri ile başbakan seçildikten sonra bu bölgede tam tersine istikrarsızlığı sağlamıştır. Uyguladığı bu politikalar İsrail’in güvenliğini sağlaması, ABD’nin tüm ülkelere ve halklara önderlik edeceği inancı, petrolü kontrol etmesini ve Ortadoğu’da güç kazanmasını sağlamıştır. Trump’ın İran’a ne kadar yaptırım uygularsa uygulasın nükleer silah programını durduramaması, Filistin’e karşı daha açık bir şekilde saldırgan politikalar izlemesi ve Filistin’i zayıflatmaya çalışması gibi politika örneklerine baktığımız zaman ABD’nin gücünün azaldığını da görmekteyiz. İsrail’e açıkça destek vermesi BM ve AB gibi uluslararası örgütlerden tepkiler toplaması bu tür politikaları izlediği sürece uluslararası alanda yalnızlaşacağı söz konusudur. Özellikle Filistin’e karşı izlediği politikalar ABD’nin güvenirliliğini sarsmaktadır.

 

Kaynakça

  • Adams, P. (2021, 2 26). BBC NEWS. https://www.bbc.com/news: https://www.bbc.com/news/world-middle- east-56205056 adresinden alındı
  • ALBAYRAK, H. Ş. (2012). Tarihi ve Sosyal Bir Realite Olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde Gelişen Protestan Fundamentalizmi . M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi.
  • Ali, O. (2016). Donald Trump’ın Ortadoğu Politikası ve Kürtler. Orsam Bölgesel Gelişmeler Değerlendirmesi.
  • İNAT, K. (2019, Ekim 09). SETAV. https://www.setav.org: https://www.setav.org/trumpin-suriye-politikasini- anlamak/ adresinden alındı
  • KARAKUŞ, N. (2019). ABD BAŞKANI DONALD TRUMP’IN SÖYLEMLERİNDE İSLAMOFOBİ. ABD BAŞKANI DONALD TRUMP’IN SÖYLEMLERİNDE İSLAMOFOBİ. Gaziantep, TÜRKİYE: HASAN KALYONCU ÜNİVERSİTESİ.
  • KİBAROĞLU, M. (2017). İRAN DIŞ POLİTİKASINDA ABD’NİN YERİ VE TRUMP DÖNEMİ. STRATEJİST.
  • KURT, V. (2019). TRUMP VE SURİYE KRİZİ. SETA.
  • ÖNCEL, M. A. (2018). ABD’NİN ORTADOĞU’YA YÖNELİK KAMU DİPLOMASİSİ: OBAMA ve TRUMP DÖNEMİ. Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Dergisi.
  • ÖZTÜRK, M. (2019). Trump’ın Kudüs Kararının Bir Analizi. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi.
  • TELCİ, İ. N. (2018). Ağırlaştırılmış Ekonomik Yaptırımlar:Trump İran’dan Ne İstiyor? Seta Perspektif.
  • TOPUZ, Z. Ç. (2018). TRUMP DÖNEMİ DEĞİŞEN DENGELERİN FİLİSTİN-İSRAİL BARIŞ SÜRECİNE ETKİSİ. Akademik Ortadoğu.
  • TURAMAN, O. (2018). TÜRKİYE VE ABD’NİN ORTADOĞU DIŞ POLİTİKASI: IRAK VE SURİYE ÖRNEKLERİ ÜZERİNDEN ÇATIŞAN VE ÖRTÜŞEN DEĞERLER İKİLEMİ. Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi.
]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/analiz-donald-j-trump-donemi-abdnin-ortadogu-politikasi/feed/ 3
Küresel İttifak İhtiyacı https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/kuresel-ittifak-ihtiyaci/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/kuresel-ittifak-ihtiyaci/#comments Wed, 30 Dec 2020 10:10:21 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=1982 Uluslararası alanda her ülkenin önemli kırılmaların yaşandığı, dünyanın her köşesinde siyasi, ekonomik ve sosyokültürel açıdan yeniden dizaynının söz konusu olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Koronavirüs salgının gölgesinde ortaya çıkan ekonomik krizler, yoksulluk, enerji kaynakları üzerindeki tahakküm gibi birçok mesele ülkeleri ve toplumları etkisi altına almıştır. Bunların yanı sıra birçok ülke için tehlike arz eden; FETÖ, DAEŞ. BOKO HARAM gibi terör örgütlerinin terörizmi şiddetli bir şekilde yürüttüğü faaliyetler ağır enkazlar bırakmaya devam etmektedir. Terörizm, giderek artan bir durum halini almakla beraber küresel barış ve huzuru ekarte etmektedir. Halihazırda ülkemiz, bölgesel açıdan terör örgütlerinin hedefi haline gelmiştir. Türkiye hem içeride hem dışarıda bütün yuvalanmış terör örgütleri ve onları destekleyen güçlerle hayati bir mücadele yürütmektedir. FETÖ başta olmak üzere diğer terör örgütleri de din ve dindarlığı istismar ederek hareket etmişlerdir. DEAŞ ve FETÖ, eski Roma’nın sembollerinden Janus’un biri doğuya, diğeri batıya bakan iki yüzü gibidir. Bir başka ifadeyle, bu iki örgüt Müslümanların arasına sokulmuş, içine de fitne gizlenmiş Truva Atı’dır. Her ikisinin amacı toplumu ifsat etmek, iman ve itikadımızı zehirlemektir.

Koranavirüs salgını, iklim değişikliği, çevre kirliliği, göç, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi sorunlar da küresel gündemin meşguliyetleri arasında önde gelen meselelerdir. Ortaya çıkan bu sorunlar yalnızca birtakım ülkeleri baz alan yahut tehdit eden sorunlar değildir. Nitekim bu meseleler küresel anlamda tüm dünyayı tehdit eder boyuttadır. Ülkelerden en gelişmişinden en geri kalmışına kadar küresel bir uzlaşıyla kurulacak ittifak ile bu sorunların üstesinden gelinebilir. Uluslararası çok taraflı kurumlar gerçek manada bir güç birliği yaparak tüm bu sorunlarla mücadele etmesi gerekliliği ortadadır. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere diğer uluslararası kurum ve kuruluşlar tüm insanlığı tehdit eden bu sorunlar karşısında yeterli düzeyde tedbir almamaktadır. Küresel anlamda yeniden dizayn edilen dünya düzeninde BM başta olmak üzere diğer uluslararası örgütlerin de vakit kaybedilmeden reforme edilmesi gerekmektedir. Bu reforme; uluslararası tarafsızlıkla beraber, adalet, hukuk ve insan haklarını ciddi ciddi işlemelidir. Nitekim dünya ekosisteminde güçlünün haklı değil, haklının güçlü olması için her ülkenin elini taşın altına koymaktan imtina etmemesi gerekmektedir. 193 ülkenin üye olduğu Birleşmiş Milletlerde kararları yalnızca beş daimi üyenin alması, BM’nin adaletini sorgulatır kılmaktadır. Buna mukabil küresel sorunlar karşısında insani ve vicdani bir duruşun ziyadesinde, ekseriyetinin çıkar odaklı olan bir duruşun sergilendiğini görmekteyiz. Bu durum da BM’nin meşrutiyetini sorgulatmaktadır.

Ortaya çıkan küresel sorunlara karşısında kayıtsız kalmak, o sorunların büyümesine teşvik etmek demektir. 2011 yılında “Arap Baharı” diyerek başlatılan zulüm, halen sonlanmış değildir. Ortadoğu’da ilk başta demokratik halk hareketi olarak başlayan eylemler yerini şiddet ve zulme bırakmıştır. Uluslararası çifte standart, adaletsiz tutum ile İslam düşmanlığı ne yazık ki bu bölgeyi terörün yaşam alanına dönüştürmüştür. Bunun yanı sıra antidemokratik bir şekilde ülkelerin yönetimini devralan kişiler de mevcuttur. Bu durumda uluslararası kamuoyu, antidemokratik yönetimlere müdahale yapmaktan yoksun olarak hareket etmektedir. Filhakika uluslararası kamuoyu; demokrasinin, insan haklarının ve adaletin yanında yer almak yerine oligarşik, otoriter ve darbeci hükümetlerin yanında yer almaktadır. En bariz örnek Mısır’dır. Halkın seçilmiş meşru Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi deviren Sisi’nin yanında yer almıştır uluslararası kamuoyu. Hakeza Libya’da darbeci Hafter’in peşinde olan zahirde demokratik ve hukuk ülkeleri mevcuttur. Yoksul, çaresiz ve haksızlık ile mücadele eden ülkeler bu şekilde darbeci ve terör örgütlerinin istismarına uğramaktadır. Unutulmamalıdır ki bölgesel terör yoktur. Terör, uluslararası bir tehdittir. Irkçılık, İslamafobi ve iklim değişikliği küresel bir sorundur, yerel bir sorun olarak görmek yanlıştır.

Suriye’de başlayan iç savaş neticesinde; muhaliflere yakın İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Suriye devriminin 15 Mart 2011’den başlayarak 9 Aralık 2020 şafağına kadar Suriye topraklarında 387.118 kişinin hayatını kaybettiğini, öldürüldüğünü ve öldüğünü belgelemiştir. (Gözlemevi, 2020). Dünya şayet siyaset ve adalet üzere kurulu olursa, onun bir anlamı vardır. Ancak siyaset adaletten kopuksa orada bir netice almak mümkün değildir. Nitekim Suriye özelinden hareketle bu durumu dünya olarak birebir yaşamaktayız. Halihazırda yönetimde olan Şam rejimi meşrutiyetini kaybetmiştir. Ancak Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası örgüt ve devletlerin bu duruma müsamaha göstermesi ve kayıtsızlığı tarihin en büyük dramlarından birine yol açmıştır. Mısır’da az önce belirttiğim üzere halkın oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanının darbeyle indirilmesi, ardından toplu katliamların yapılması hangi hukuk sistemine uymaktadır? Günaşırı binlerce insanın katledildiği bir yeri yerel sorun olarak nasıl değerlendirebiliriz? Günümüz dünyasının bu duruma kayıtsız kalması halihazırda mümkün değildir. Nitekim artık Mısır ve bölge ülkelerinde bu savaş, insanların vicdanlarında tamiri zor yaralar açmıştır.

Yaklaşık bir asırdır süregelen Filistin meselesi, içimizde derin yaralar açmıştır. Bölge insanlarının geleceğe umutla ve güvenle bakmasına ipotek koyan Filistin meselesi çözüm bekleyen en önemli konulardan biridir. Batı dünyasının süper güç ülkesi ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, başlı başına bir hezeyandır. Irak’ta ise devrilen rejimin ardından başlayan süreç, adeta Irak halkını huzur ve demokrasiye hasret bırakacak düzeyde yüksek trajedinin ev sahipliğine bürünmüştür. Gün geçtikçe Ortadoğu ateşi alevlenip büyümektedir. Şuan omuz silkercesine bu duruma kayıtsız kalan devletler unutmamalıdır ki, o ateş onlara da sıçrayabilir. Krizin olduğu yer dolayısıyla istikrarsızlığında merkezi halini almaktadır. Ortadoğu, lokal bir sorun değildir. Ortadoğu küresel düzeyde tüm devletleri kapsayan bir sorundur. Bu ateş daha da kızışmadan dünya kamuoyu küresel ittifak kurup, el birliğiyle müdahale etmelidir.

Türkiye ise bu denli büyük çatışmaların yer aldığı; zulmün, şiddetin ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü ortamda bölgesel işbirliği dinamiklerini hareket ettirmeye öncülük etmiştir. Balkanlardan Kafkaslara, Akdeniz’den Karadeniz’e kadar bölgesel aktörleri ortak projeler etrafında bir araya getirerek bölgesel lider konumunu somutlaştıran adımlar atmıştır. Enerjiden ulaşıma, ticaretten turizme kadar her alanda işbirliklerini güçlendirmiştir. Uluslararası alanda diplomasisini oldukça başarılı bir şekilde yürüten Türkiye, bölgesel barışın öncüsü konumundadır. Bu nedenle oluşturulması gereken “Küresel İttifak”ın en önemli aktörleri arasındadır. Dünyaya bu ittifakı kabul ettirecek yegâne ülkedir.

Terör, İslamofobi, ırkçılık gibi çeşitli sorunlarla küresel siyasal sistem gittikçe çok kutuplu bir yapıya bürünmektedir. Bu çok kutuplu yapı dolayısıyla istikrarsızlığı doğurmaktadır. Dünyanın önde gelen ülkelerinden ABD, Çin ve Rusya’da bu durumdan kendisini soyutlamaya çalışmaktadır. Hindistan, Avrupa ülkeleri, Japonya ve Brezilya gibi ülkeler de yeni küresel sistem içerisinde geniş bölgeye hitap etme gayreti içerisindeler. Türkiye ise bölgesel güç olma yolunda ciddi yol kat etmiş ve küresel arenada; sağlıktan, askeriyeye, dış politikadan, ekonomiye kadar güçlenerek hareket etmektedir.

Güç hegemonyasında birleşen dünya ülkelerinin küresel hukuku yok sayması neticesinde de ortaya adaletsizlik çıkmaktadır. Samimi olmayan dünya ülkeleri insan hakları ve demokrasi alanlarında söz söylemeye hakkı yoktur. Ancak ekonomik ve askeri gücün gölgesinde birçok bölgede adeta tek yetkili ülke/ülkeler konumunda durmaktadır. Uluslararası kamuoyunda bu durumu minimalize etmek yalnızca oluşturulacak küresel bir ittifak ile mümkündür.

Amerika’dan Avrupa’ya, Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya ve Uzak Doğu’ya kadar yerküremizin tamamındaki ülkeler arasında ortaya çıkan terör ve iklim değişikliği tehditlerine karşı yekvücut olmamız gerekmektedir. Sözde demokrasi ve hukuk sözcülüğü yapan ülkelerin bu duruma karşı daha samimi olmaları gerekmektedir. Küresel İttifak, dünya kamuoyunda bir ihtiyaçtır. Neticesinde insan haklarından demokrasiye, adaletten özgürlüklere kadar her alanda bir uzlaşı gerçekleşecektir. Farklı anlayışlar ve kültürlerin medeniyet özelinde birleşerek ortaya bir ittifak çıkarılacaktır. Bu ittifak, tüm insanlığı tehdit eden meseleleri bertaraf etme noktasında hareket edecektir.

 

]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/kuresel-ittifak-ihtiyaci/feed/ 3