NATO – Açık Pencere https://www.acikpencere.com Gençlik Düşünce ve Araştırma Kuruluşu Sun, 18 Dec 2022 16:05:07 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://www.acikpencere.com/wp-content/uploads/2020/12/cropped-kullanici-32x32.png NATO – Açık Pencere https://www.acikpencere.com 32 32 Uluslararası Hukuk Perspektifinden Rusya – Ukrayna Krizi https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/uluslararasi-hukuk-perspektifinden-rusya-ukrayna-krizi/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/uluslararasi-hukuk-perspektifinden-rusya-ukrayna-krizi/#comments Thu, 03 Mar 2022 09:53:04 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=5790 Dünya ve Türk basınında sıcak gündemlerden biri olan Rusya ve Ukrayna arasında devam eden çatışma sürecini anlamak için öncelikle Rusya ile Ukrayna arasındaki krizin arka planını incelemek gerekir. 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Ukrayna ve Belarus Rusya ile ilişkilerini devam ettirerek “Bağımsız Devletler Topluluğunu” kurmuştur. Rusya’nın amacı ticari ilişkilerini geliştirerek yeni bağımsız olan bu devletlerde kendine yakın hükümetler kurulmasını sağlayarak nüfuz alanını devam ettirmek istemesidir. Ancak Ukrayna’da durum Rusya’nın aleyhine olmuş ve Ukrayna,Batı ile ilişkilerini güçlendirmek için adımlar atmaya başlamıştır. Kiev meydanında gösteri yapan Ukraynalıların “geleceklerinin AB ve NATO’dan geçtiğini” (Sağlam, 2014, s.435) dile getirmeleri de Batı yanlısı bir politika izlendiğinin somut göstergelerinden biridir.

Rusya açısından Ukrayna oldukça önemli bir devlettir. Ukrayna, Avrupa ile Rusya arasında tampon niteliğindeyken aynı zamanda Rus gazının taşınmasında tercih edilen bir güzergâhtır. Ayrıca Sovyet döneminde Rusya’nın tahıl ihtiyacının karşılanmasında verimli bir kaynak, Karadeniz’de Rus faaliyetleri için stratejik limanlara sahip olan bir ülkedir. 2008 yılında NATO’nun Bükreş’te yapılan toplantısında Rusya için önemli iki devlet olan Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliğinin gündeme gelmesiyle gelecekte Rusya ile NATO’nun karşı karşıya geleceği ve güç mücadelesinin ortaya çıkacağının (Birsel, 2012, s.117) işaretleri ortaya çıkmıştır. Ukrayna’nın AB ile ilişkilerini geliştirmek amacıyla Ortaklık Antlaşması imzalaması beklenirken bu süreci askıya alması Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik politikalarında yeni adımlar atmasına neden olmuştur. Putin, 2013’de Ukrayna’ya Avrasya Gümrük Birliğine katılma çağrısında bulunmuş, Yanukoviç ile bu yönde görüşmeler gerçekleştirmiştir (Cura, 2016, AA). Yanukoviç’in AB ile yapılan antlaşmaların uygulanmasında olumsuz tavırlar sergilemesi, ekonomik ilişkilerin kötüye gitmesi ve Rusya’nın baskılarının artması Ukrayna’da istikrarsızlığı da beraberinde getirmiştir.

2014 yılında dönemin Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in ülkede başlayan protestoların ardından istifa etmesi sonucu ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanan Rusya “Ukrayna’nın Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştireceği, ardından da NATO’ya üye olacağı ve bu durumun da kendisi için bir tehdit oluşturacağı endişesiyle kendisi için stratejik öneme sahip olan Kırım’ı (Konak,2019, s.85)” ilhak etmiştir. Kırım’ın Rusya’ya katılması Donbas bölgesindeki ayrılıkçı gruplar için bir emsal teşkil etmiş ve bölgede çatışmalar ve gösteriler devam ederken Rusya bu gruplara Rus yanlısı olmaları nedeniyle destek vermiştir. Rusya’nın Donbas bölgesindeki bu ayrılıkçı cumhuriyetleri desteklemesinin nedeni hukuki anlamda “tanıma” yolu ile meşruiyet kazandırarak, bölgede askerlerini konuşlandırmak ve olası bir Ukrayna müdahalesinde kolayca bölgeye ulaşabilmektir. Ancak ne kadar hukuki gibi görünse de mevcut bölge Ukrayna’nın toprakları arasında kaldığı için bu girişim hukuka aykırıdır.

Donetsk ve Luhansk bölgeleri, Rusya, Ukrayna, AGİT’in de taraf olduğu Minsk Antlaşması sonucu ateşkes ilan edilmesine rağmen bölgedeki çatışmaların durdurulmasında etkili olmamıştır. 2015’te üç garantör devlet (Rusya, Almanya, Fransa) ile Ukrayna kapsamlı bir ateşkes ve barış anlaşması imzalanarak kriz çözümlenmeye çalışılmış ancak bölgedeki gerilim sona ermemiştir.

Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in 21 Şubat 2022’de yaptığı açıklamada “tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden sözde Donestsk ve Luhansk Cumhuriyetlerini tanıma kararını onayladıkları” ifadelerine yer vererek Ukrayna’nın toprak bütünlüğü aleyhine bir hamle yapmıştır. Bu iki cumhuriyet ile yaptığı savunma antlaşmalarını gerekçe göstererek Rus askeri birlikleri bölgeye konuşlandırılmıştır. Bu durum 2015 yılında imzalanan Minsk Antlaşmasının açıkça ihlalidir. Birleşmiş Milletler Antlaşması 2/4. Maddesi;

Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar” ifadeleriyle bir devletin başka bir devletin egemenliğine aykırı bir şekilde kuvvet kullanılmasını yasaklamaktadır. Rusya’nın Ukrayna’ya düzenlediği saldırılar açıkça Birleşmiş Milletler Şartı’na aykırıdır. Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne karşı işlenen her türlü saldırıda Ukrayna askeri kuvvetleri meşru müdafaa hakkı kapsamında karşılık verme hakkına sahiptir.

Ukrayna’dan yapılan yayınlarda sivil halkın, çocukların ve yerleşim yerlerinin saldırılar sonucunda zarar gördüğü bilinmektedir. Bu durum Uluslararası Hukuku açısından önemli belgelerden biri olan 1949 Cenevre Sözleşmelerine göre Rusya tarafı olduğu bu antlaşmayı da ihlal etmektedir. İki büyük Dünya Savaşı’ndan sonra barışın yeniden tesisi ve korunması amacıyla kurulan Birleşmiş Milletlerin kuvvet kullanma dahil her türlü önlemin alınmasında etkili olacak organı olan Güvenlik Konseyi de Rusya’nın aleyhine alınacak her türlü kararı engellemek için veto hakkını kullanması nedeniyle büyük bir çıkmaza girmektedir. Güvenlik Konseyi dönem başkanlığının da Rusya’da olması bu saldırının önceden planladığı yönündeki şüpheleri de kuvvetlendirmektedir.

Rusya’nın uluslararası hukuka aykırı eylemlerini durdurmak amacıyla uluslararası toplum çeşitli yaptırımlar uygulayabilir. Avrupa Birliği üyesi olan ve eskiden SSCB hakimiyetinde olan Estonya, Letonya, Litvanya gibi devletler Rusya’nın saldırgan tavrı karşısında askeri müdahale seçeneğine daha yakın devletler arasında yer almaktadır. AB, 2014’ten bu yana Rusya’nın bölgedeki faaliyetleri nedeniyle Rus şirketlerinin uluslararası sermaye piyasalarına erişimini kısıtlamak, ithalat ve ihracatlarını engellemek gibi önlemler almıştır. AB, Rusya’nın Minsk Antlaşmasına uymadığını gerekçe göstererek yaptırımları 6 ay daha uzatacağını[1] açıklamıştır. Rusya’nın saldırılarını devam ettirmesi halinde ekonomik olarak ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalması olasıdır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Rusya’nın veto etmesi nedeniyle karar alamaması halinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu “barış için birlik” yöntemini uygulanarak Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulanmasını sağlanabilir. Barış için birlik yöntemi;

Güvenlik Konseyi; barışın tehdidi, ihlâli veya saldırı fiilinin mevcut göründüğü herhangi bir durumda, daimî üyeleri arasında oybirliği olmadığından dolayı uluslararası barış ve güvenliği korumaya yönelik aslî sorumluluğunun gereğini yerine getirmekte başarısız olduğu takdirde, Genel Kurul uluslararası barış ve güvenliği muhafaza etmek veya tekrar tesis etmek için, barışın ihlâli veya saldırı fiilinin varlığı hâlinde, silâhlı kuvvet kullanılması dâhil üye devletlere müşterek tedbirlerin alınmasına yönelik uygun tavsiyeleri belirlemek üzere konuyu derhal ele alacağını kararlaştırır. Genel Kurul toplantı hâlinde değilse, söz konusu talebi takiben yirmi dört saat içinde olağanüstü toplanabilir. Bu tür bir olağanüstü toplantı, Güvenlik Konseyinin herhangi bir yedi üyesinin oyu veya BM üyelerinin çoğunluğu tarafından talep edildiği takdirde yapılacaktır…” (Topal, 2014, s.115) şeklinde ifade edilmektedir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2/3 çoğunluğuyla kuvvet kullanma dahil her türlü yaptırım kararının alınması mümkündür. Mevcut durumda Rusya, barış için birlik kararı şartlarından olan barışın tehdidi, saldırı fiilinin gerçekleşmiş olması ve barışın bozulması koşullarını gerçekleştirmiştir. Ukrayna ve Rusya temsilcileri arasında yapılan görüşmeler sonucunda diplomatik yollardan barış sağlanamazsa uluslararası toplum bu duruma sessiz kalmamalı bir an önce barışın yeniden tesisi için harekete geçmelidir.

 

 

 

KAYNAKÇA

  • BİRSEL, H. (2012), “Başlangıçtan Günümüze NATO Sorunsalı “Madalyonun İki Yüzü”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 2012, Sayı 25, s.109-124.
  • HÜSEYNOV, F. (2003), “Bağımsız Devletler Topluluğunun Oluşumunun Hukuki Boyutları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 52, Sayı 4, s.387-401.
  • KONAK, A. (2019), “Kırım’ın İlhakı ile Sonuçlanan Ukrayna Krizi ve Ekonomik Etkileri”, Uluslararası Afro-Avrasya Çalışmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 8, s.80-93.
  • SAĞLAM, M. (2014), “21. Yüzyılda Küresel Rekabetin Zemini Ukrayna”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 69, Sayı 2, s. 435-444.
  • TOPAL, A.H. (2014), “Uluslar arası Barış ve Güvenliğin Sürdürülmesi Kapsamında Barış İçin Birlik Kararının Uygulanabilirliği” ,Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Sayı 19, s.101-126
İnternet Kaynakları
]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/uluslararasi-hukuk-perspektifinden-rusya-ukrayna-krizi/feed/ 1
Türkiye-Amerika İlişkileri (1919-1960) https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/turkiye-amerika-iliskileri-1919-1960/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/turkiye-amerika-iliskileri-1919-1960/#comments Thu, 20 Jan 2022 17:14:26 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=5518 Türkiye-Amerika İlişkileri’nde Türkiye’nin Oltadaki Balık Olarak Görülmesinin Etkisi

GİRİŞ

Endüstri devriminin sonucu olarak artan üretim ile yeni pazar arayışları ve yatırım alanları fabrikaların ham madde ihtiyacı ve Avrupa piyasalarının da bu mallara doymasıyla sömürgecilik hızlanmış ve bu sömürgecilik emperyalizm haline gelmişti. 1.Dünya Savaşına baktığımızda bu savaş, tüm dünyayı denetim altına almış olan büyük devletlerin ekonomik güçlerini ortaya koyarak yürüttüğü bir savaştır. 1918 yılında Avrupa’daki devletlerin Osmanlı Devleti üzerindeki çatışmalarını da görmekteyiz. ABD’nin durumuna baktığımızda ise savaşa girmesi üçlü itilaf devletleri için avantaj olmuş ve Almanya’nın karşısına dikilmişti. (sander, 2016) ABD Hükümeti’nin ve başkan Wilson’ın 1918 yılında savaş sonrası düzen konusunda görüşlerini 14 madde ile açıklamıştır. ABD başkanı Thomas Woodrow Wilson Amerikan kongresinde konuşmasından, 12’inci madde ile ilgili işte şu sözleri yer almaktadır…

“Bugünkü Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Türk kesimlerine kısmi bir egemenlik tanınmalı, Türk Olmayan halklara bağımsızlık verilmeli ve Çanakkale Boğazı uluslararası garantilerle serbest geçişlere ve ticarete açık tutulmalıdır.” (Akın, Türkiye-Amerika ilişkileri , 2016)

Wilson’ın bu söyledikleri Osmanlı için ölüm fermanı olmuştur. Boğazlarda egemenlik kurma çabalarını Wilson’ın 12. maddesiyle de bariz görmekteyiz. ABD 1800’lü yıllardan beri Akdeniz’de serbest dolaşabilmek için 2 milyon dolar kadar haraç veriyordu. Osmanlı bu dönemlerde Kuzey Afrika eyaletlerinde büyük bir maden keşfetmişti. ABD için Osmanlı önemli bir ticaret yeriydi bu yüzden Osmanlı ABD’yi “Semiz Ördek” olarak tanımlamaktaydı. (kıssınger, 2015) Osmanlı’nın ABD’nin her türlü olanaklarından ve her şeylerinden yararlandıkları için bu tanımlama yerinde olacaktır. Yıllarca devam eden haraçlar ve ticaret alışverişleri ABD’de Türk düşmanlığının oluşmasında en önemli nedenlerden biri haline gelmiştir.Osmanlı için İzmir’in işgalinden sonra Amerikan mandası ortaya çıkmıştır. İzmir’in işgali ile Asya ve Avrupa Türkiye’sinin her yerinde manda yönetimlerinin kurulması, Türkiye’nin parçalanması ve Osmanlı’nın bağımsız bir imparatorluk olarak varlığının sürdürülmesine son verilmesi için adımlar atılmış ve İzmir’in işgali önemli olmuştur. Bu dönemde Osmanlı ekonomisi batma noktasına sürüklenmiş, ülkenin olumsuz gidişinden Amerikan Mandası fikri daha sık duyulmaya başlamıştı. Hatta Halide Edip, İsmet İnönü, Mustafa Kemal’e yazdıkları mektupta da Amerikan Mandası yanlıları olduğunu belli etmektedirler.* Başkan Wilson’a yazdıkları ortak mektupta ABD’yi Osmanlı ve Ermenistan toprakları üzerinde Boğazlarda manda yönetimini kurmaya davet etmişlerdir. 24 Eylül 1919’da Sivas’ta Mustafa Kemal, Wilson ile görüşmeler gerçekleştirmiş olup ve bu görüşmelerin sonucu Sivas kongresine de yansımıştır. Milletimizin ve devletimizin bağımsızlığı, vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, milli ilkelerimize saygılı olan vatanımıza karşı saldırı ve yayılma amacı gütmeyen herhangi bir devletin ancak ekonomik, sanayi yardımının kabul edileceği söylenmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Amerikan Mandasına karşı çıkmış ve Amerikan mandası yanlılarının kendi rahatlıklarını korumak adına vatanı ve Türk istiklalini feda ettiklerini belirtmiştir. Fakat İzmir’in kurtarılmasıyla, ABD istediğine kavuşamamıştır.

Öte yandan 24 Temmuz 1923 tarihinde ABD ile Türkiye arasında imzalanan Lozan Barış Antlaşması Amerikan Senatosu’ndan onay alamamıştır. Onay alamamasındaki sebeplerden biri ABD’nin kapitülasyonları kaybetmiş olması diğeri ise Ermeni lobisini destekleyen yoğun propagandalardır. Bunlar hala günümüzde de bir pürüz olarak kalmıştır. Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde, Mustafa Kemal ve başkan Roosevelt dönemine baktığımızda ilişkilerin sorunsuz bir şekilde hatta karşılıklı jestler ve hoşgörü ile ilerlediğini görmekteyiz. Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatından sonra dengeler değişmiş, ABD’nin çıkarları Türkiye’nin çıkarlarının da önüne geçerek Türkiye’yi boyunduruğu altına almakistemiş ve gözlerini boğazlara dikmişlerdir. II. Kahire konferansında Alman ve Mihver devletlerinin başarılarından sonra Türkiye’nin de müttefiklerinin yanında savaşa girmesi istenilmiştir. İsmet İnönü bu konuda isteksiz olup aynı zamanda başkan Roosevelt’in etkisiyle tarafsız kalmasına karar verilmiştir. Türkiye kararsız politikalarının ve tarafsız kalmasının etkisini 1945’li yıllarda görmeye başlamıştır.Bu araştırma da Türkiye- Amerika ilişkilerinde, Türkiye’nin oltadaki balık olarak görülmesinin etkisi konusu, çalışmanın ana temasını oluşturmaktadır. Makalenin birinci bölümünde Türkiye-Amerika ilişkilerinde 1945-1960 yılları arasında ikili ilişkilerde izlenilen politikalar bahsedilmiş ve ikinci bölümde Menderes hükümeti dönemi ve oltanın ucundaki balık söylemine değinilmiştir. Sonuç bölümünde ise Türkiye’nin ve Amerika’nın izlediği politikalar sonucundaki durumlardan bahsedilmiştir.

  1. Türkiye-Amerika İlişkileri Dönemi: (1945-1960)

Sovyetlerin gözü Türkiye’de olup boğazlar konusundaki bazı taleplerde olmuştur. Kars, Ardahan ve Artvin’i istemiştir bununla birlikte Sovyetlere göre Boğazlar, Karadeniz bölgesinin güvenliği ve çıkarları doğrultusunda önemli olmuştur. Ancak Sovyetlerin Türkiye’ye bu yoğun baskıları ve askeri yığınak yapmaları, ABD’nin Türkiye’nin yanında olmasına sebep olmuştur. Sovyetler komünist ideolojilerini yaymak istemiş ve Doğu Avrupa’da komünist devletler kurmak istemiştir. Bu durum ABD için endişe yaratmış ve komünizmle mücadele için Türkiye ve Yunanistan’a ulusal bütünlüklerinin korunması açısından bazı yardımların verilmesi gerektiğine karar vermiştir. Böylelikle izlemiş oldukları politikanın temeli oluşturulmuştur. Bu kapsamda 12 Mart 1947’de Başkan Truman bu doktrini açıklamış, komünizm baskısı altında olan devletlere askeri ve mali yardım yapılmıştır. 1947’de gündeme gelen Truman Doktrini ile Marshall Planı da 1951 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. ABD’nin komünizm tehdidine karşı almış olduğu diğer bir önlem ise 4 Nisan 1949 yılında kurulan NATO (Kuzey Atlantik İttifakıdır). NATO’nun amacı ise ittifak ülkeleri bir araya gelerek güvenlik ve savunma konuları üzerinde iş birliği yapmaktır ve birine karşı yapılmış herhangi bir saldırı tüm üye devletlere yapılmış kabul etmektir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye tarafsızlığını bırakıp Almanya’ya savaş ilan etmiştir. Türkiye’nin çelişkilerinden dolayı Türkiye’ye güven yoktu. 16 Eylül 1950 tarihinde Türkiye’nin NATO’ya yaptığı ilk başvuru ise İngiltere, Hollanda, Danimarka ve Belçika tarafından reddedilmiştir.

Türkiye’nin tekrardan güven kazanması ve NATO’ya girmesi için her yolu Menderes hükümeti deniyordu. Kuzey Kore ile ABD destekli Güney Kore arasında bu dönemde savaş başlamış olup Kore Savaşına Türkiye ABD’ye destek olmak adına askeri birlik göndermiştir. Böylelikle NATO’ya üyelik süreci gerçekleşti. Fakat ABD için Sovyetlerin nükleer silah üretmesi tehdit bir durum oluşturuyordu bundan dolayı Türkiye’nin jeopolitik konumundan yararlanarak en ufak tehlikede vuruş üstünlüğüne sahip olmak istemiştir. Türkiye’nin NATO’ya üye olmasını bu şarta bağlamıştır. Türkiye bu şartı kabul ederek NATO’ya üyeliği gerçekleşti ve Sovyetlerin hedefi haline geldi.

  1. Menderes Hükümeti, Darbe ve Oltanın Ucundaki Balık

Menderes hükümeti döneminde mali sıkıntıların giderek artması ve sanayi alt yapısının kurulmasında sermaye yetersiz kadığında Menderes hükümeti Amerika’dan yardım istemiştir. Amerika Türkiye’nin tarım ülkesi olduğu gerekçesiyle bu isteği reddetti. Menderes hükümeti çareler ararken Sovyetler bu krediyi verebileceklerini söylediler. Bu durumda Amerika Menderes’ten vazgeçmiş, onu gözden çıkarmıştı. Sonun başlangıcı denilen durum böyle başlamıştır. Türkiye, Amerika’ya her anlamda bağımlı olmasının sonuçları hüsrana neden olmuştur. Menderesin de bu hüsranı, Amerika’nın gözden çıkarması 27 Mayıs darbesini getirmiştir. Darbeye 2 gün içinde ABD Savunma Konseyi’nden onay verildi. Bu dönemde iktisadi kredi vermeyen Amerika’nın kararında Rockefeller’in “Oltanın Ucundaki Balık” benzetmesi etkili olmuş ve Türkiye’nin ABD’ye bağlı olduğu ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak istediğini de bu söz doğrultusunda görmekteyiz. (Türkiye-Amerika İlişkileri , 2016). Yani Oltanın ucundaki balık benzetmesi, oltaya takılan balığa yem vermeye gerek yoktur, bu da Türkiye’ye sürekli yem vermeye gerek olmadığını ve Türkiye ABD’den kurtulmak isterse boğazının parçalanmasına sebep olunacağını bu benzetmeyle açıklayabiliriz. Menderes’in darbesi de ne yazık ki bu durumda gerçekleşmiştir. Eğer ABD’nin çıkarları doğrultusunda hizmet etmeye Türkiye devam etseydi Amerika için bir sorun yoktu. Türkiye bu durumda ABD’ye bağımlı hale gelmesiyle, ABD için “Oltayı Yutan Balık’’ haline gelmiştir. Günümüzde hala Türkiye “Oltaya Takılan Balık” olmadığını ispatlamaya çalışmaktadır. Türkiye askeri, ekonomi, siyasi alanda güçlü bir ülke haline gelmiş bulunmakta ve kendi üretimlerini de her alanda gerçekleştirebilecek güce sahip olmuştur. “Dünya 5’ten büyüktür.” söylemi de bunu ispatlamaya örnek olarak verilebilir.

SONUÇ

Baktığımız da Türkiye’nin dış politikasını iki önemli unsur etkilemiştir. Bunlardan ilki Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşına girmemiş olması diğer unsur ise; Soğuk savaştan sonra dünyanın iki kutuplu sisteme girmiş olması ve Türkiye’nin Sovyetler Birliği tarafından tehdit ediliyor olmasıdır. Sovyetlerin gözü bu dönemlerde Türkiye’de olup, boğazlar konusunda ki talepleri Doğu bölgesinden Kars, Ardahan ve Artvin’i istemesiyle gerginlikler başlamıştır. Ancak Sovyetlerin Türkiye’ye yoğun baskıları sonucunda ABD Türkiye’ye karşı politikasını değiştirmiş ve yanında yer almıştır. ABD, Türkiye’nin borçlarını silmesinin yanında, Marshall Planı ve Truman doktrini ile ekonomik yardımlar yapmıştır. Marshall Planı ve Truman doktrini, NATO(Kuzey Atlantik Antlaşması); Sovyetlerin Ortadoğu ve Avrupa’da yayılma faaliyetlerine ve komünizme karşı Amerika’nın almış olduğu tedbirlerdir. Mali sıkıntılar Menderes döneminde artmış ve iktisadi kredi vermeyen Amerika’nın kararında Rockefeller’in “Oltanın ucundaki balık” benzetmesi etkili olmuştur. Çünkü oltanın ucuna takılan balığa yem vermeye gerek yoktur. Ne yazık ki bu dönemde Türkiye’nin tek yönlü dış politika izlemesi hatalı olmuş ve ABD dış politikasına gözü kapalı destek vermesi olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Bu dönem Türkiye’nin askeri, siyasi, ekonomi olarak ABD’ye bağlı olduğu ve Türkiye’nin emperyalizm tuzaklarıyla karşı karşıya kaldığı bir dönemdir. Günümüz Türkiye’sine baktığımızda ise her alanda kendi gücünü gösterebilecek bağımsız, yükselen bir Türkiye’yi görmekteyiz. Emperyalizm tuzakları ise hala var olmaktadır.

 

Kaynakça

  • Akın, N. (2016). Türkiye-Amerika ilişkileri. Tarih ve Gündem, 6.
    Akın, N. (2016). türki.
  • Kıssınger, H. (2015). Diplomasi. istanbul : Türkiye İş Bankası Kültür Yayını.
  • Sander, O. (2016). ABD’nin Politikası ve Savaşa Girişi. Ankara: imge kitabevi.
  • T.C. Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başakanlığı. (2021, Eylül 8). nutuk, amerikan mandası için propagandalar : https:// www.atam.gov.tr/nutuk/amerikan-mandasi-icin-propagandalar adresinden alındı.
  • Türkiye-Amerika İlişkileri . (2016). Türkiye Oltadaki Balık mı?, 18.

 

*Bu akımı temsil eden resmi ve gayri resmi Amerikan görüşünün altında yatan gizli düşünce şudur: Türkiye’yi parçalamamak, eski sınırları içinde bir bütün halinde olduğu gibi korumak şartıyla genel ve tek bir mandaya bağlamak. Suriye, Amerikan Komisyonu orada iken, genel bir kongre toplayarak Amerika’yı istemiştir. Suriye’nin bu isteği Amerika’da çok iyi karşılanmıştır.(Halide Edip Adıvar’ın, Mustafa Kemal’e yazdığı mektuptan) (T.C. Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Başkanlığı , 2021) bkz.

 

]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/turkiye-amerika-iliskileri-1919-1960/feed/ 59
The Way of Making American Foreign Policy? https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/the-way-of-making-american-foreign-policy/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/the-way-of-making-american-foreign-policy/#respond Sat, 24 Apr 2021 13:14:26 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=2681 When you turn your television on in Turkey in 2021, you can see many discussion programs about international news, politics, and the economy. A competent of a specific issue mostly find them ridiculous. Most of the time, these so-called ‘strategists’ and ‘experts’ do not have enough knowledge and insight to make an analysis. One of the most incomprehensible issues among the Turkish public and even among these so-called ‘experts’ is the American foreign policy. Therefore, American foreign policy should be explained in more detail with no conspiracy theories.

What most of these cannot understand is the American political culture, which has impacts on American foreign policy. Because of their historical experiences, such as with British Redcoats, American society has developed a unique understanding of politics. Their beliefs and values about politics consist of individualism, the market economy, the rule of law, and limited government. This kind of politics, which rests on weak states and strong civil society, should always be in the mind of the analyst. The governmental system allows any constitutes to take part in the process more or less. This is the American way of politics, unlike any authoritarian or totalitarian regimes, which also gave way to the concept of American Exceptionalism[1].

This understanding of exceptionalism, born out of Puritan ideals, based on American society’s character and ideals, led the American political spectrum into two choices. While one side, like Washington, is with inward-looking isolationists who claim Americans should not intervene in other nations’ bloody and problematic politics and should be the example for other nations, others side, like Truman, claims that the US should transform its environment through its power.[2] The history of policy is like a pendulum between these two. However, after World War II, it has become more and more internationalist.

After explaining how Americans see themselves and their environment, one should now explain the process of foreign policy decision making. American constitution divides power between three branches with checks and balances over each other. These are the executive branch of the presidency, the legislative branch of Congress, and the judicial branch of the Supreme Court. The legislative branch makes the laws. President faithfully operates them. The judicial branch can declare laws or acts of the President unconstitutional. While the President can propose laws to Congress, veto, appoint federal judges, Congress can override the presidential veto, ratify treaties, confirm executive appointments. Also, if the opposing party dominates Congress, the President may lose his upper hand in foreign policymaking.

The position of President is central to foreign policymaking.[3] During the Cold War, the main aim of US foreign policy was to deal with Soviet threat. What changed during the course of the Cold War was the means to achieve this aim. Means are changed because of different policymakers’ perceptions, international and domestic circumstances. In the period starting from 1945 until the Vietnam fiasco, there was a so-called Cold War consensus. The Congress allowed presidents to take the initiative and move more freely. Truman and Eisenhower the presidents of this consensus. Truman Doctrine, Marshall Plan, the establishment of NATO, military intervention in Korea, and Eisenhower Doctrine were examples of the containment strategy.

However, assessing the President as a rational actor can be misleading because of the constraints of his/her position. First of all, presidents are dependent on bureaucracy, which has access to information and expertise. These bureaucrats with different perceptions, objectives, and ways of doing things may lead the President to decide among the choices put in front of him. In the foreign policymaking process, there are four big organizations. Firstly, National Security Council advises the President on security issues and coordination between foreign and domestic security concerns.[4] Their advantage is the proximity to the President office and their ability to act quickly in a crisis. National Security Adviser’s role depends on the President’s choice whether he goes with NSC or the Department of State. Kissinger and Nixon was a great example of NSC dominating foreign policy. Therefore, it is crucial to know the NSA’s perception of the international system. The second big was the State Department, responsible for representation to other nations and IOs, negotiating with them, reporting, and recommending current issues. During the Cold War, their dominance declined because presidents became much more interested in foreign relations. Their advantages were their network of information and expertise on foreign relations. Department of Defense was the third big in foreign policy advising to the President on military issues. Their expertise on military issues is hard to challenge. Therefore, the President becomes dependent on their expertise. Central Intelligence Agency was the last big. Their main aim is to collect, analyze, and coordinate intelligence outside of the US territories and advise the President. Like all other organizations, the CIA has the expertise and the ability to hide or reveal information. Although presidents nominate a high level of appointments to these institutions, they had a history with these institutions and have their subcultures. Therefore, even the president changes, rhetoric change there is not much change in US foreign policy.

There is also civil society, which is much stronger in any other nation. The masses tend to be inattentive, uninformed, and permissive. Most of the Americans did not know whether or not the Soviets were an ally of the US. They do not care much about which side the US support in a civil war. Therefore, public opinion is something to be given shape for the President. Although the support for intervention in Vietnam is about 40 percent popular in public, Johnson achieved over 70 percent support for involvement. Although it is more difficult for interest groups to influence foreign policy, it does not fully allow presidents to be completely free. Vietnam was an example of how the public demanded to pull out of Vietnam. These led Nixon and Kissinger to develop a détente policy toward the Soviets because the US cannot afford other interventions.

The Vietnam War was a turning point for the United States because, first of all, as it is stated above, policymakers understood it was not suitable to deal with the Soviets, and they changed interventionism to engagement. Kissinger tried to signal and assure the Soviets of their intentions and open the doors for relations between China and the US. Secondly, Congress became more assertive in foreign policy, and the media and public became more influential[5]. Starting from this point, the Imperial Presidency becomes less and less powerful. For example, in 1970, Congress cancelled the Gulf of Tonkin Resolution of 1964, which gave the power to deploy troops overseas freely, and in 1973 enacted the War Powers Resolution of 1973 made the President responsible for informing Congress on the deployment of forces and it could last less than 60 days. However, Bill Clinton and Reagan did not obey this rule, and the supreme court could not decide if it was legal or not.

The long-lasting failures of Nixon, Johnson, Carter led the American public search for more strong leadership. Reagan pushed for massive military spending on conventional and unconventional weapons and took military actions against communists in the third world by overcoming Vietnam Syndrome[6]. In the end, he achieved to bring the Soviets on their knees, which opened the way for American values and democracy to different parts of the world. Becoming the sole superpower in global politics, the US forgot the isolationist beliefs and became a power that actively tried to lead either multilaterally like Clinton and Obama or unilaterally like Bush or Trump. Their agenda was dominated by economic and military security concerns rather than promoting democracies in the Middle East or elsewhere.

To sum up, American foreign policy was quite different from most other nations because American politics is unique thanks to American experience and society. While making sense of American foreign policy, the analyst should be aware of the US style of politics and dynamics.  It is not monolithic, as some ‘experts’ tried to explain.

 

References

  • [1] Harold Hongju Koh, On American Exceptionalism (Stanford Law Review 55, no. 5, 2003), 1480.
  • [2], Bernard Fensterwald, The Anatomy of American “Isolationism” and Expansionism. Part I (The Journal of Conflict Resolution 2, no. 2, 1958): 114.
  • [3] Ali Farazmand, Bureaucracy and administration (2009), 134
  • [4] John P. Burke, National Security Advisor and Staff (2009), 12
  • [5] Stuart N. Soroka, Media, Public Opinion, and Foreign Policy (Press/Politics 8(1):27-48, 2003), 43.
  • [6] Fareed Zakaria, The Reagan Strategy of Containment (Political Science Quarterly, Vol. 105, No. 3, 1990), 380
]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/the-way-of-making-american-foreign-policy/feed/ 0