Modernizm – Açık Pencere https://www.acikpencere.com Gençlik Düşünce ve Araştırma Kuruluşu Thu, 25 Apr 2024 11:01:55 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://www.acikpencere.com/wp-content/uploads/2020/12/cropped-kullanici-32x32.png Modernizm – Açık Pencere https://www.acikpencere.com 32 32 Modern Mimarlıkta 5 İlke Ve Villa Savoye https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/modern-mimarlikta-5-ilke-ve-villa-savoye/ Sun, 20 Nov 2022 14:57:22 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=8130 Özet

19 yy. Endüstri devrimi sonrası değişen yaşam biçimleri ve yeni kent ihtiyaçlarına cevap olarak yeni dünyanın yeni mimarlığı felsefesiyle modern mimarlık akımı doğmuştur. Mimarlar süsleme ve tarihçiliği reddedip ekonomik ve seri yapım teknikleriyle, işlev öncelikli yeni Üslup ve biçim arayışlarına girmiştir. Bu arayışların öncülerinden olan La Corbusier ‘’Ev, yaşamak için bir makinedir’’ aforizması ve ‘Yeni bir mimarlığa doğru 5 ilke’ manifestosu modern mimarlığın genel hatlarını çizmiştir. 5 ilke; ‘Pilotiler, yatay bant pencereler, serbest cephe, serbest plan ve çatı bahçesi’ şeklindedir. Farklı çalışmaları olsa da genelde konut yapılarında çalışan Le Corbusier’in en ünlü yapılarından biri olan Villa Savoye bu akımın mihenk taşlarındandır. Le Corbusier’in modern mimarlığın karşılığı olarak yaptığı Villa savoye 5 ilkenin karşılığının somut bir örneği olarak modern mimarlıkta önemli bir yer kaplamaktadır. Bu çalışma Villa Savoye’nin 5 ilkeye nasıl uyduğunun ve yapının mimarlık tarihi içerisindeki yeri ve öneminin değerlendirilmesi konusu üzerinden kaleme alınmıştır.

Anahtar kelimeler: le corbusier, villa savoye, modernizm, modern mimarlık

Giriş

İnsanoğlu tarih boyunca çevreye uyum sağlarken aynı zamanda çevresini etkileyen, değiştiren, biçimlendiren kültürel toplumsal bir varlıktır. İnsan içinde yaşadığı mekânı; bulunduğu zamana, kültüre ve coğrafyaya bağlı olarak şekillendirir. Bu nedenle mimarlık ürünü yapıldığı çağı, coğrafyayı ve kültürü yansıtır.

Tarihte 19. Yüzyıl, insan yaşamına yön veren dönüm noktalarındandır. Sanayi devrimiyle makineleşme çağının başlaması ve seri üretime geçilmesi; fabrikaların olduğu kentlerde işçi ihtiyacını doğurmuş, bununla birlikte köyden kente göçler yaşanmaya başlanmıştır. Kentlerin artan nüfus sorununa çözüm bulmak ve yeni çağın dinamiklerini ifade etmek adına tasarımcılar, tasarımlarına farklı çözümler ve düşünceler aramış, bu şekilde çeşitli sanat, düşünce ve mimarlık akımları ortaya çıkmıştır. Bulundukları dönemin sosyal, siyasi ve ekonomik gelişmeleri,akımların ilkelerinin belirlenmesinde etkili olmuştur. Bu değişimler ve yeni biçim arayışları ‘modern’ olarak adlandırılan yeni bir mimarlık akımının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Modern felsefenin temel göstergesi akıl ve bilginin teknolojiyle birlikte kullanımıdır.

TDK’ye göre modern; “ Çağdaş (bugün )”anlamına gelirken, modernizm, çağdaşlaşma akımı olarak tanımlanır. Modern mimarlık sıklıkla çağdaş mimarlık (bugünkü dönem) anlamında kullanılsa da modern mimarlık 20 yy. modernizm akımını ifade eden özel bir anlam taşır.

Modern tanımı kavram olarak “eski“ ile “yeni“ arasındaki geçişi ifade etmektedir.Bu durum gelişmiş toplumların hayat tarzlarına yansımasının yanı sıra çoğunlukla bilim, kültür ve sanat alanlarında etkin olmuştur. Modernliğe asıl önem kazandıran özelliği, kendisinden önceki her türlü geleneksel sistemden tümüyle farklı bir strüktür oluşturması ve benzersiz olmasıdır (Kahya, 2017).

20 yüzyılın mimarlık anlayışını yansıtan modern mimarlığın kesin tarihlerde başlangıç ve sonunun olmamasına rağmen 1900-1925 yılları arası erken modernizm, 1925-1940 yılları arasında ise modernizm dönemi olarak kabul edilir.  Türkiye’de ise bu akımın etkilerini Osmanlı’nın son dönemlerinde görmeye başlarken, Cumhuriyetle birlikte etkisini arttırarak devam eder (Bektaş, 2022).

Bu çalışmada modern mimarlık akımının öncülerinden Le Corbusier’in tasarladığı Villa Savoye’nin modern mimarlığın 5 ilkesi üzerinden mimarlıktaki yeri ve anlamının incelenmesi amaçlanmıştır.

Modern Mimarlık ve Le Corbusier

1750’lerde sanayi devrimi ile başlayan yaşama biçimi, ilişkileri, kentleşme, yeni ve büyük boyutlu yapı tiplerine duyulan gereksinim ve teknolojinin gelişmesi; eskinin dış cephe bezemeleri, süsleme ve tarihçiliğinden uzaklaşıp ekonomik ve seri yapım teknikleriyle  işlevin önceliklendirildiği ‘modern’ olarak adlandırılan yeni bir mimarlık arayışına kapı araladı. Teknolojinin gelişmesi yeni yapı malzemeleri ile yeni yapım tekniklerinin bulunmasına sebep olurken, yeni malzemeler ve hızlı üretim modern mimarinin hızla yayılmasına sebep olmuştur.

İsviçre doğumlu Fransız asıllı asıl ismi Charles-Edouard Jeanneret-Fris olan Le Corbusier 20. yüzyılın önemli mimarlarındandır. Mimarlık ile ilgili yazılı ve uygulamalı eserler bırakmıştır. Le Corbusier Bir Mimarlığa Doğru kitabında yaşadığı dönem ile ilgili, “Modern toplum gerçekten her şeyi yeniden gözden geçirme durumundadır; makine her şeyi altüst etti, gelişim yüzyıl içinde yıldırım gibi bir hız kazandı; süregelen alışkanlıklarımızın, araçlarımızın, çalışmalarımızın üzerine bir daha hiç açılmamak üzere bir perde kapandı; önümüzde engin bir alan açılmakta ve tüm dünya gücünü buraya seferber etmektedir.” demektedir. Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere Le Corbusier; tüm dünyanın bu yenilik arayışı içerisinde bir şeyler keşfetmekte olduğunu düşündüğü gibi, kendisi de yaşadığı dönem sürekli bir arayış ve yenilik içerisindedir. Bu değişikliklerle birlikte insanların yaşam alanlarında da farklılaşma arayışına girme istekleri kaçınılmaz olmalıdır. Bu yaklaşım o güne kadar süregelen tasarım standartlarının da belirli açılardan tekrar ele alınmasını gerektirecektir. Standartlar mantığın, çözümlemenin ve ayrıntılı bir incelemenin sonucunda açığa çıkmalı ve ortaya iyi konmuş bir sorunu temel almalıdır. “Mimarlık plastik buluş, düşünsel kurgu, üst düzeyde matematiktir.” Corbusier’e göre standartlar ekonomik ve toplumsal bir gereksinimdir, bir standartın belirlenmesi, o konuda işlevsel ve akla yatkın tüm olasılıkların ayrıntılı olarak incelenip; işlevini en iyi yerine getirebilecek olanın, en verimli olanın, araç -gereç, el emeği, malzeme, sözcük, biçim, renk ve ses bakımından en az iş gerektiren tipin çıkarılmasıdır (Bektaş, 2022).

Le Corbusier’in modern mimarlık ilkeleri ve karşılıkları şu şekildedir:

İlke 1: Pilotis: Bina kütlesini zeminden yükselten pilotiler (Kahya, 2017).

Yerden kopma, bir yapının yere temas etmeden belli elemanlar ile yerden koparılmasıdır. Zemin katı kamusal a bırakma imkânı tanır. Yapıyı zeminin nem ve rutubetinden koparır.

İlke 2: Serbest Plan: Mekânı bölen duvarların taşıyıcı kolonlardan ayrı tasarlanabilmesi mümkün olan planlama sistemi (Kahya, 2017).

Diğer adıyla açık plan anlayışı, tasarlanan yapının plan şemasında az sayıda bölücü olması ve iç mekanların arasında geçişleri engellemeyen bölücüler kullanılmasıdır. Bu şekilde taşıyıcı duvar olmamasının avantajı olarak duvarların taşıyıcıdan bağımsız tasarlanan bilmesidir.

İlke 3: Serbest Cephe: Serbest plan şemasının dikey düzlemde cepheye yansıyan hali (Kahya, 2017).

Serbest Cephe Anlayışı, yapın cephesinin esnek ve taşıyıcılardan bağımız tasarlanmasıdır. Betonarme sistemini potansiyellerini kullanmak adına cepheyi taşıyıcıdan bağımsız tasarlamayı amaçlar. Burada hem eskinin açıklık geçme durumuna bağlı olarak cephe tasarlanmasına karşı yeni betonarme sistemde taşıyıcıdan bağımsız açıklık açabilme potansiyelini kullanır ve eskiyi bu şekilde eleştirir.

İlke 4: Yatay ve uzun bant pencereler (Kahya, 2017).

Yatay geniş yırtıklar, yapının cephe kısmında bulunana açıklıkların yatay ve uzunlamasına olması ayrıca yapının geçirgenliğidir. Gene betonarmenin açıklık açabilme kısıtına karşı gelebilmesinin daha doğrusu bugünün malzemesinin potansiyellerini kullanabilmek adına bugünün malzemesi ve sisteminin potansiyellerini kullanarak yüceltilmesi anlamını da taşır.

İlke 5: Çatı bahçesi: yapının zeminde kapladığı alan geri kazanılır (Kahya, 2017).

Çatı bahçesi, yapının çatı kısmının ek bir mekân olarak değerlendirilmesi ve bahçe olarak kullanılmasıdır. Çatı bahçeleri kent içinde zemindeki parselden kaybedilen alanı tekrar kazanmak için ve betonu nemli tutarak daha fazla çalışmasını önlemek adına çatının bir kısmını toprak ile örtülüp bitkilendirme yapılabilmesidir.

La Corbusier farklı yapı türleri eserleri olsa da genelde konut yapıları üzerine yoğunlaşmıştır. Modern mimarlık manifestosunun karşılığı olarak hayata geçirdiği eseri Villa Savoye ’dir.

Villa Savoye

Villa Savoye Paris’in 33 km dışında Poissy adlı bir kasabada yapımına 1929 yılında başlanmış, 1931 yılında tamamlanmıştır. Le Corbusier modern mimarlığın ilk ürünlerinden olan bu yapı için; “Bu villa müşterileri için önyargı, antik veya modern algılardan tamamen uzak, son derece sade ve yalın tasarlandı.” şeklinde ifade kullanmıştır. Bu tasarım anlayışı, Villa Savoye ’un en büyük karakteristik özelliklerinden biridir. Villa Savoye, klasik mimarlığın gerekli olan değerleri ile makine çağının bir paradigması şeklinde ‘Mimarlığın Beş İlkesi’ olarak ortaya konulan ilkeleri sağlayacak şekilde inşa edilmiş bir yapıdır (Özcan; Ürük, 2019).

Le Corbusier, Villa Savoye’u anlatırken havada asılı duran yatay yırtıklarla delinmiş bir kutu şeklinde ifade eder. Havada asılı durarak yerle temas etmeme fikrini iç mekâna da taşımıştır. Böylece Villla savoye‘da le Corbusier’in tasarıma bütüncül yaklaşım anlayışını da görürüz.

     
Şekil 1: Villa Savoye, Poissy, Fransa, 1929          Şekil 2: Villa Savoye spiral merdiven

Modernizm anlayışına uygun basit ve yalın kütle kurgusuna sahip yapının kütle kurgusu; yerden koparılıp havada duran Kare bir kütlenin pilotiler  üzerine oturtulması şeklindedir.

Pilotiler(kolonlar) arası mesafe rampa ve garaj açıklığına uygun bir şekilde 5 metredir. Yapının düşey sirkülasyonunu planın merkezinde yer alan ve zeminden 1. kata çıkan az eğimli rampayla spiral bir merdiven sağlamaktadır. Rampa katlar arası sürekliliği sağlarken sirkülasyonda esneklik sağlamaktadır Ayrıca heykelsi bir görüntü yakalamak için özellikle spiral merdiven tercih eden le Corbusier bu şekilde yaşanacak alanları da arttırmıştır.

 

Yapıda taşıyıcı görevi gören pilotileri duvarların arasına saklamak yerine bir tasarım girdisi olarak özellikle açıkta bırakılmış ve duvarlarının taşıyıcıdan bağımsız bir şekilde tasarlanmasına imkân tanımıştır. Bu sayede serbest plan çözümlemesi yapmıştır.

Yapının cephesi, pilotiler aksından taşırılarak taşıyıcıdan bağımsız açıklık geçebilme imkânı kazanmıştır. Bu sayede yapının cephe kurgusu taşıyıcıdan bağımsız tasarlanıp serbest cephe olarak nitelenmiştir.

Taşıyıcı kısıtı olmaksızın yapı boyunca devam eden yatay bant pencereler pilotiler üzerinde duran kütlenin düşeyliğini vurgularken, içerden dışarıya bakan kesintisiz bir manzara seyri ve doğal ışığın yapının merkezine kadar nüfuz edebilmesini sağlar. Bu sayede iç mekânın dışarıyla güçlü bir ilişkisi sağlanmış olur. Pencereler yatay kayar sisteme sahipken, çerçeveleri cephe yüzeyinden dış kenardan montelidir. Bu şekilde Durağan kütlenin en az girinti ile kesintisiz sade görünümü zedelenmemiştir.

Yapıda çatı bahçesi ile teras arasında olan kesintisiz rampa katlar arasındaki sürekliliği sağlarken, terasın oturma alanı ile birleştirilmesi doğa ile iç içe olmasını sağlamıştır. Le Corbusier’e göre yaşama alanlarının toprağın neminden korunması ve geniş açıda manzara seyri vermesi nedeniyle zeminden yükseltilmesi gerekmektedir. Le Corbusier Savoye ailesiyle yapının ilk görüşmelerinde, aileyi daha kolay yapılacağını söyleyerek zor ikna ettiği düz çatısındaki terası bir dış oda gibi tasarlar.

Yapının planlarına baktığımızda; mutfak ve servis odalarını kuzey doğu cephesine, yatak odaları güney doğu cephesine, salon batı cephesine, teras ise güney batı cephesine bakacak şekilde konumlandırılmıştır. Malzeme olarak genelde beton, cam ve metal kullanılmıştır (Kahya, 2017).

Villa Savoye; Pürizm ’in başyapıt örneklerindendir. Cephesinde ve iç mekânında da pürizm akımının etkilerini taşır. Bembeyaz bir kütleden oluşan cephe, pilotiler sayesinde yükseltildiği için uzaktan bakıldığında havada süzülüyormuş hissi yaşatırken, Birbiri içerisine giren iç mekanlarının yanında sadece giriş alanı yapının dış görünüşüne tezat olarak ziyaretçiye heykelsi bir atmosfer yaşatır(Kan, 2020).

Villa Savoye UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne eklenmiştir.

Sonuç:

İnsanlık süregeldiği tüm zamanlarda içinde bulunduğu mekânı; yaşadığı çağa, coğrafya ve kültüre göre şekillendirme eğilimindedir. Endüstri devrimi sonrası, makineleşme ve seri üretimin getirdiği yeni yaşam biçimleri ,yeni ihtiyaçlar, akıl ve bilginin teknolojiyle birlikte kullanımının verdiği potansiyeller modern olarak adlandırılan yeni dünyanın yeni yaşamı anlayışını yaygınlaştırılmış ve modern mimarlığın doğmasına ön ayak olmuştur.

Modernizmin şekillenmesinde yeni üretim biçimleri ile tüm toplumu içine alan değişim ve biçim arayışları etkili olmuştur. Fransız bir mimar olan le corbusier bu yeni arayışta çok etkili bir isim olmuş ve modern mimarlığın temsilcileri arasında yer almıştır. ‘Ev yaşamak için bir makinedir’ aforizması onun mimarlık felsefesini gösterirken, 1926 da ortaya çıkardığı ‘yeni bir mimarlığa doğru 5 ilke’ manifestosu modern mimarlığın biçimlenmesinin en önemli etkenlerindendir.

“Pilotilerle Yerden kopma, açık plan , serbest cephe,  yatay geniş bant açıklıklar ve çatı bahçesi“ olan bu 5 ilkenin Villa Savoye ’daki karşılığı şöyledir: Ana kütle pilotiler ile yükseltilip zeminde ek mekân bırakılırken, açık plan anlayışı ile mekanlar minimum bölücü kullanılarak ayrılmıştır. Bu kararlarla modernizmin işlev öncelikli tasarım anlayışını da ifade edildiğini görürüz. Serbest cephe anlayışıyla yapının tüm cepheleri geçirgen, serbest olarak tasarlanırken, yatay geniş bant açıklık anlayışıyla da yapı dört bir taraftan yatay ve uzun pencerelerle açılmıştır. Bu karalarla betonarme sistemin tüm potansiyellerini en yalın şekilde ortaya koyması amaçlanmıştır. Eskinin kemer ve eğrisel strüktürlerle açıklık geçmesine karşı yeni taşıyıcı sistemi yöntemlerini olabildiğine düz ve sade şekilde ifade etmek istenmiştir. Çatı bahçesi anlayışıyla yapının çatı kısmı bir bahçeye döndürülmüş ve yaşama alanı olarak tasarlanmıştır. İşlev ve alandan kazanma adına verilmiş olan bu kararda da gene modernizm anlayışının tasarım girdilerine yansıması ifade edilmiştir.

Le Corbusier’in 5 ilkenin tamamına uyan bu tasarımında doğal malzeme tercih etmesiyle modernizmin standartlaşmış sabit malzemeleri tercih etmemiş ve çevre yapılar ile uyumu uygun değildir. Geri kalan tüm özellikleri ile 5 ilkeye uyduğundan modernizmin temsil eden yapılardan biridir. Bir nevi modern mimarlığı ifade etmek için yapılmış bir yapıdır. Modernizmin simge yapılarından oluşu ona sanat eseri özelliği katar bugün UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer almaktadır.

 

Kaynakça

]]>
Bir Medeniyet Tartışması: Türkiye’nin Değişen Batı Algısı https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/bir-medeniyet-tartismasi-turkiyenin-degisen-bati-algisi/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/bir-medeniyet-tartismasi-turkiyenin-degisen-bati-algisi/#comments Thu, 31 Mar 2022 14:29:07 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=5931 Türkiye’de Batı tartışmaları, Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemi itibariyle başlamış, Cumhuriyetten sonra ise yoğunlaşarak artmıştır. Tartışmaların temelinde ise Batı’nın; askeri, ekonomik, teknolojik ve siyasi alanlarda gitgide yükselen eğilimini nasıl başardığı sorusudur. Batı tartışmaları, geneli itibariyle ülkede süregelen istikrarsızlıklara çözüm bulma kaygısı tarafından şekil almıştır. Gayet tabiidir ki Batı tartışmaları aslı itibariyle tek taraflı bir “anlaşılma” sürecidir. Nitekim bu anlaşılma süreci, Batı’ya karşı zihinlerde bulunan görüşlerin bir nevi “evrimleşmesi” olarak da görülebilmektedir.

Batı dünyasının gerçekleştirdiği gelişimin anlamlandırılması süreci, 19’uncu yüzyılın başlarından günümüze kadar ülkemiz insanlarını meşgul etmektedir. Batı’nın yükselen eğiliminin anlaşılmaya çalışılması, en geniş bağlamda dünya genelinde kaç tür medeniyetin olduğu meselesi, tartışmaların başlangıç noktasıdır. Bu çerçevede tartışmalar, üç ana başlığa bölünebilmektedir.

İlk yaklaşım, dünya üzerinde “tek medeniyet” anlayışıdır. Bu anlayış, baskın olarak Batı medeniyeti ekseninde şekillenmektedir. Batılı aydınlardan, Andre Gide ve Ernest Renan gibi isimlerin “dünya üzerinde bulunan tek medeniyet, Batı medeniyetidir.” sözleri gerek Osmanlı’da gerekse de günümüzde bazı aydınlar tarafından destek görmüştür. Bu görüşe destek sağlayan ve en önemli savunucusu ise Osmanlı’daki “Batılıcılık” hareketlerinin önemli liderlerinden ve İctihad isimli dergi çıkaran Abdullah Cevdet’tir. Abdullah Cevdet’e göre tek bir medeniyet vardır ve bunu iyisiyle kötüsüyle, tatlısıyla acısıyla almamız gerekmektedir. Aksi durumda ise Batı tarafından işgal edilmemizin kaçınılmaz olduğunu söylemektedir (BÜLBÜL, Said Halim Paşa/Bir Devlet Adamı ve Siyasal Düşünür Olarak, 2016).

Bariz bir şekilde tezahür eden ikinci yaklaşımsa, “medeniyet”i, beşeri anlayışın tüm unsurlarını içeren tek bir başlığa indirgememektir. Yani medeniyetin çeşitleri olduğu anlayışıdır. Yine dönemin önde gelen Batıcı düşünürlerinden Celâl Nuri’ye göre iki çeşit medeniyet vardır. Bunlar; medeniyet-i sınaiye(sanayi) ve medeniyet-i hakikiye (İLERİ, 1915, s. 25). Bu görüşe göre sanayi medeniyetinin tek kaynağı Batı’dır ve bundan başka medeniyet yoktur. Medeniyet-i hakikiye açısından ise Batı’nın ahlâk bakımından eksik olduğunu ve diğer milletlere zulmettiğini belirten Celâl Nuri, Japonya’nın Batı’dan sanayi medeniyetini aldığı ancak kendilerinin de medeniyet-i hakikilerini koruduklarının altını çizmiştir.  O’na göre“medeniyet-i hakikide ‘bu nokta-i nazardan’, şark, âlem-i İslâm, Çin ve Japonya hiç şüphesiz Avrupa’nın fevkindedir. … Binaenaleyh medeniyet-i hakikiyemizi terk etmek, Avrupa medeniyet-i gayr-i sınaiyesini temessül etmek şöyle dursun ahlâk ve tabayiimizi alâ halihi muhafaza etmeliyiz. Onların yine kendi dairelerinde mazhar-ı feyz-i tekâmül olmasına bakmalıyız” (İLERİ, 1915, s. 30).

Üçüncü yaklaşım ise “çoğul medeniyet”tir. Bu anlayışa göre, “medeniyet” kavramı, kültür yahut hars kavramından soyutlanarak yalnızca bir “teknik ilerleme”yle kısıtlanamaz. Yani “çoğul medeniyet” yaklaşımıdır. Medeniyetin geniş bir anlam dünyasının var olduğu çoğul medeniyet yaklaşımı, günümüzde de diğer yaklaşımlara göre daha fazla benimsendiği söylenebilmektedir. Samuel P. Huntington’un dünya üzerinde “yedi veya sekiz” (KUMRU, 2018) medeniyetin var olduğu görüşü de çoğul medeniyet yaklaşımının kabul edilebilirliğini teyit etmektedir.

Cemil Meriç’e göre medeniyet tekil bir olgu değil, çoğuldur. Meriç, İbn-i Haldun’un tabiriyle medeniyet kelimesi yerine “umran” kavramını önerir. Umran en geniş anlamıyla “içtimai hayat”tır ve kültür ve medeniyeti birlikte içermektedir (MERİÇ, 2015, s. 88). Cemil Meriç, Batı medeniyetinin evrensel bir niteliğinin olmadığını, yalnızca bir medeniyetten ibaret olduğunun altını çizmektedir. Roma ve Yunan medeniyetlerinin ise Avrupa değil, Akdeniz medeniyetleri olduğu görüşünü savunmaktadır. Kendisini insanlık tarihinin merkezi konumuna yerleştiren Avrupa, zamanı çağlara bölerek ayırmaktadır. Oysa her büyük medeniyetin ayrı bir eski çağı, ortaçağı ve yeniçağı vardır (MERİÇ, 2015, s. 114). Cemil Meriç bu çerçevede insanlık tarihinin ortak birikimini tek bir medeniyete indirgemeyerek farklı medeniyetlerin varlığına vurgu yapmaktadır.

Üç Muamma adlı eserin yazarı olan Haşim Nahit ise birbirlerinden farklı coğrafyalarda yaşayan ve farklı olan toplumların medeniyetleri birbirlerine uymadığı görüşünü savunmaktadır.

Batı medeniyeti tartışmalarının başladığı Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine kadar birçok aydınların Batı’ya ilişkin değerlendirmelerinde ciddi düzeyde farklılıkların olduğunu görmekteyiz. Abdullah Cevdet için Batı medeniyeti, “gülü ve dikeni ile alınması gereken tek bir medeniyet” olarak ortaya atılmışken Mehmet Âkif içinse “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” benzetmesine muhatap olmuştur.

Batı’dan Ne Alınmalı? Sorunsalı

Batı’nın yükselen konumundan dolayı ortaya çıkan Batı medeniyeti tartışmalarında Batı’nın, maddi-manevi gelişmişlik özelinde sınıflandırılması yalnızca ideolojik bir bakışla değil aslında Batıdan ne alınması gerektiğiyle de alakalı olan bir sorunsaldır.

Yukarıda da medeniyet tartışmaları ekseninde gerçekleşen farklı yaklaşımları ele aldık. Meşrutiyet dönemi Batı tartışmalarında iki ana temel ve farklı yaklaşımın somutlaştığı görülmektedir. Bunlardan ilki her türlü “Avrupai” kurum, anlayış ve değerlerin bütüncül olarak “Batılaşma”sı; ikincisiyse İslâmcıların başını çektiği ve bazı Türkçülerin yanı sıra diğer farklı ideolojik tercihlere sahip birçok aydının da katıldığı, Batı’nın teknolojik gelişiminden yararlanıp kültürel alanlardaysa kendi has değerlerimize sahip çıkmayı öngören imtiyazlı “modernleşme” anlayışıdır.

Batılaşmayı öngören yaklaşım, “medeniyet”i her ne koşulda ve nedende olursa olsun bölen, ayıran yahut sınıflandıran bir bakışa karşıdır. Nitekim bu görüşte Batı, parçalanamaz bir bütündür (HANİOĞLU, 1985). Meşrutiyet dönemi İslamcılık görüşü, Batıcılıkla görüşünün tam karşısındadır. İslamcılar Batı’nın ekonomik, teknolojik ve sanayi alanlarında ki başarısını takdir etmekle beraber, kültürel ve yaşam tarzı özelindeyse de yoğun bir şekilde eleştirmektedirler. İslamcı düşünceyi savunanların önemli düşünürlerinde biri olan Said Halim Paşa’ya göre tüm hatlarıyla Batılaşma, ülkeyi anarşizme götüreceğini söylemektedir. Bu minvalde ne kadar Batılaşırsak, o kadar felaketimiz büyük olacaktır (PAŞA, 1920, s. 75).  Ancak Said Halim Paşa bununla birlikte Batı’dan yararlanılması gerektiğini kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. Lakin bu yararlanma,fiili açıdan realiteden yoksundur. Nitekim yararlanılması öngörülen medeniyetin unsurlarını kendi medeniyetine de uydurarak tatbik etmekle mümkündür.

Türkiye’de deneysel sosyal psikolojik çalışmalarıyla tanına Mümtaz Turhan’a göre; Batı’ya ilişkin yaklaşımda, maddi-kültürel ayrımı konusunda Türkçülerde İslamcılardan çok farklı görüşlere sahip değildir. Her iki akım da Avrupa’dan yalnızca ilim ve tekniğin alınması ile yetinilmesi konusunda ortak bir vizyona sahiptir (TURHAN, 2015, s. 244).  Bu yaklaşımda fiili açıdan realiteden yoksun kalmıştır. Çünkü ortaya çıkan Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarında, Cumhuriyet döneminin yönetici elitlerin Türkçülüğü resmi bir görüş haline getirmesi, doğal olarak diğer görüşlerin sona ermesine sebebiyet vermiştir. O dönemden itibaren izlenilen “moderneleşme” programı, “Batılaşma” özelinde gerçekleşmiştir.Batı’nın yalnızca ilim ve fenninin alınması görüşü dışında “medeni ve modern bir ulus” anlayışı çerçevesinde “Batılı yaşam biçimi”ne has kültürel formlarda aktarılmıştır. “Modernleşeme” tanımının, “Batılaşma”yla entegrasyonu söz konusu olmuştur.

Cumhuriyet Dönemi İtibariyle Batı Algısı

Bu dönem geçmiş dönemlerin aksine Batı, olumlu ve olumsuz yönleri özelinde sınıflandırılmamıştır. Ülkede çare olarak “Modernleşme” başlığı adı altında “Batılaşma” düşüncesi her alanda ağırlık kazanmıştır. Geleneksel kurum, kuruluş ve değerler lav edilerek, toplumun gündelik hayatında köklü entegrasyon sürecine girilmiştir. Değişim gösteren kültürel değişimler gitgide radikal bir “Batılaşma”ya evrilmiştir. Sancılı olarak geçen “Batılaşma” sürecindeyse, “Batı” algısı da yönetici elitlerin “Modernleşme” programının toplumsal açıdan yansımalarında değişiklik göstermektedir (BÜLBÜL, ÖZİPEK, & KALIN, Cumhuriyet’ten Günümüze: Karışık Duyguların Belirlediği Batı Algısı, 2008). Cumhuriyet dönemi itibariyle Batı algısı, siyasi, kültürel ve konjonktürel boyutlarıyla farklılaşması, toplumsal kutuplaşmanın hareket noktasını kesinleştirmiştir.

Birinci Dünya Savaşı süreciyle beraber yaşanan kayıplar, Sevr Antlaşması, gerçekleşen işgalin ardından Yunanistan özelinde Batıya karşı verilen Kurtuluş Savaşı, toplumun Batı algısını şekillendiren yakın tarihi unsurladır. Toplumun işgaller sürecinde yaşadığı acılar ilgili hatıralarda ve zihinlerde önemli bir yerdedir. Bu süreçte özellikle Kurtuluş Savaşı’nda devlet, ulusal kimlik oluşturmada bu birikimden yararlanmıştır. Siyasal anlamda “Batı”, toplumsal hafızada; “zalim, işgalci, kötü niyetli ve tehlikeli” olarak kaydedilmiştir.

Kurulan yeni devletteki elitlerle şekillenen toplumsal bilinç, medeniyet ve kültür bağlamında anlamına karşılık gelmiş, “Batı” ise yukarıda ki anlama karşın olumlu bir nitelik taşımaktadır. Nitekim “Batı”ya, “muasır medeniyet”in beşiği anlamı verilmeye çalışılmıştır. Geçmiş dönemlerde olumlu-olumsuz bağlamda değerlendirilen “Batı”, artık bir bütün olarak tüm hatlarıyla kabul edilerek bir devlet politikası haline evirilmiştir. Bu evrimleşme neticesinde “Batı”lı bir toplum statüsü için bu değişime engel niteliğinde olan yahut algılanan geleneksel her türlü kurum ve değerler adeta devlet eliyle endoktrinasyon uygulamalarıyla tasfiye edilmiştir. Gerçekleşen endoktrinasyon uygulamalar, “Radikal Batılaşma” olarak da adlandırılan bu sürecin iki temel yansımalarından bahsedilebilir.İlki toplum özelinde gerçekleşen tepkinin bir ürünü olan içe kapanma ve reddediş şeklindeki tutumlardır. İkincisi ise “modernleşme” programının yürütülme biçimi, tersi niteliğinde aykırı bir tutumla Batı’dan kopartıcı etkisinin varlığından söz edilebilir (BÜLBÜL, ÖZİPEK, & KALIN, Cumhuriyet’ten Günümüze: Karışık Duyguların Belirlediği Batı Algısı, 2008).[1]

Cumhuriyet dönemi itibariyle toplumda değişimlere uğrayan Batı algısı, yalnızca devletin uygulamaları perspektifinde şekillenmemiştir. Uluslararası konjoktür nedenleriyle de Batı’yla tesis edilen ilişkilerin etkisinde oldukça büyüktür. İkinci Dünya Savaşıyla birlikte tek kutuptan, çift kutuba dönüşen küresel sistemde Türkiye, Batıya daha da yakınlaşmıştır. İlerleyen yıllarda 2000’lere gelindiğinde Türkiye, AB ile bütünleşme çalışmaları ciddi manada dönüm noktasıdır. Türkiye, AB’nin tam üyelik için sunduğu “Kopenhag Kriterleri”ni koşulsuz bir şekilde tamamına yakınını ivedilikle tamamlamıştır. Türkiye’nin AB’ye karşı tutumu “gülü ve dikeni ile alınması gereken tek bir medeniyet” anlayışıyla hareket etmiştir. Ancak AB,Türkiye’ye yönelik uygulamış olduğu politikası ciddi manada farklılaşmış ve aynı zamanda Fransa ve Almanya devletlerinin başını çektiği “tam üyelik” sözleri, yerini “imtiyazlı ortaklığa” bırakmıştır. Hatta o dönemde birçok Batılı lider ve dini otorite liderleri, “Türkiye’nin Avrupa’ya ait olmadığı” ve arada “din ve kültür farkı” olduğu söylemleriyle Türkiye ötekileştirilmiştir. Bu ötekileştirmede ise kuşkusuz Türkiye, toplumu itibariyle Batıya karşı olumsuz bir karşılığı olmuştur.

Türkiye’de, Ekim-2006 ve Haziran-2007 tarihlerinde gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırmasında Türk toplumuna yöneltilen, “Günümüzde Batı neyi ifade ediyor?” sorusuna ilişkin olarak katılımcıların kendi ifadeleri ve öne çıkardıkları kavramlar, olumludan olumsuza şu şekilde özetlenebilmektedir:

“Medeniyet”, “uygarlık”, “sanayi, teknoloji ve kültürel olarak gelişmişlik”, “özgürlük ve insan hakları”, “demokrasi”, “rahatlık”, “yaşam standartları”, “modern yaşam”, “sosyal hakları ve güvenceleri oturmuş bir sistem”, “eğitim düzeyinin yüksekliği”, “iş-çalışma”, “çalışma disiplini”, “eğlence”, “tatil”, “kanunların oturduğu, güçlünün güçsüzü ezmediği bir düzen”, “farklı gelenekleri, kültürleri olan ülkeler”, “farklı bir kültür”, “gelişmiş ama sorunlu”, “medeni görünen ama medeni olmayan bir topluluk”, “kendi benliğini kaybetmiş, sadece çıkar ilişkileri üzerine kurulmuş bir sömürü düzeni”, “kendi menfaatleri için her şeyi yapabilen bir topluluk”, “dejenere olmuş bir ülke”, “Haçlı Seferleri”, “Batı’nın bombaları”, “sömürgecilik” “ikiyüzlülük”, “kapitalist düzen”, “esir kampı”, “ukalalık”, “soğukluk”, “kayıtsızlık”, “hiçbir şey”(BÜLBÜL, ÖZİPEK, & KALIN, 2008).

Sonuç

Sonuç itibariyle Türkiye’de, “Batı”cı anlayış ile “Batı” karşıtı olarak çift kutuplu bir anlayışın varlığından söz edebiliriz. Türkiye’nin “Batı”ya karşı hayranlık düzeyinde ki bakış açısının, AB’nin Türkiye’yi kültürel bağlamda dışlayıcı politikasına binaen oldukça gereksiz olduğunun teyidi niteliğindedir. Avrupa’da yaşayan birçok insanın dini, kültürel ve ırki nedenlerden ötürü ayrımcılıkla karşı karşıya kalındığı gerçeği gözler önündedir. Ancak Batı’nın sosyal meseleler haricinde ekonomik ve teknolojik alanlardaki başarısını da hiçbir surette göz ardı edilmemesi esastır. Bu nedenle “iyisiyle kötüsüyle Batılaşmalıyız” söz ve söylemleri nasıl abesse, “biz Batılaşamayız” söz ve sözlemleri de abestir. Nitekim “Batılaşmak” kavramı, ülkemizde uygulanan anlayışın tam tersine, ekonomik, teknolojik ve de sanayi açısından gelişimi öngören bir anlam bütününe hitap etmektedir.

 

 

Kaynakça

  • ARSLAN BİLGİN. F. (2020). Ziya Gökalp ve Batı Algısı, Medeniyet ve Toplum Dergisi , 4 (1) , 100-112 .           Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1172461
  • Avrupa’da değişmeyen ben ve ‘öteki Türkiye’ algısı. (2020, Şubat 29). Intell4: https://www.intell4.com/avrupada-degismeyen-ben-ve-oteki-turkiye-algisi-haber-184483 adresinden alındı
  • BÜLBÜL, K. (2016). Said Halim Paşa/Bir Devlet Adamı ve Siyasal Düşünür Olarak. Ankara: Tezkire Yayınları.
  • BÜLBÜL, K., ÖZİPEK, B. B., & KALIN, İ. (2008). Cumhuriyet’ten Günümüze: Karışık Duyguların Belirlediği Batı Algısı. Ankara: SETA Yayınları.
  • HANİOĞLU, M. Ş. (1985). Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi. “Batıcılık”. İstanbul, Fatih, Türkiye: İletişim Yayınları.
  • HUNTİNGTON, S. P. (1993). The Clash of Civilizations?, Foreign Affairs, Summer; Aynı makale için bkz: https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/1993-06-01/clash-civilizations , E.T. Ekim 2021
  • İLERİ, C. N. (1915). İttihad-ı İslam. İslamın Mazisi, Hali, İstikbali. İstanbul: Yeni Osmanlı Matbaas.
  • KUMRU, C. (2018). Huntıngton’ın “Medeniyetler Çatışması” Üzerine Değerlendirmeler. Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, 603-614.
  • MERİÇ, C. (2015). Umrandan Uygarlığa. İstanbul: İletişim Yayıncılık.
  • PAŞA, S. H. (1920). İslâmda Teşkilât-ı Siyâsiye. Sebîlü’r-Reşâd, 75.
  • TURHAN, M. (2015). Kültür Değişmeleri. İstanbul: Altınordu Yayınları.
  • https://www.unaoc.org/repository/report.htm , E.T. Ekim 2021

[1] Bu yaklaşıma göre, kendisini Batılı toplumlarla aynı “İbrahimi” gelenek içinde tanımlayan geleneksel/Osmanlı tarih kavrayışının resmi düzeyde terk edilerek yerine tarihi Orta Asya’dan başlatan “Türk tarih tezi”nin ikame edilmesi, aslında felsefi ve sembolik anlamda Batılı toplumlarla ortak bağın da kopması anlamına gelmiştir.

 

]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/bir-medeniyet-tartismasi-turkiyenin-degisen-bati-algisi/feed/ 3