medeniyet – Açık Pencere https://www.acikpencere.com Gençlik Düşünce ve Araştırma Kuruluşu Sun, 18 Dec 2022 16:08:08 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://www.acikpencere.com/wp-content/uploads/2020/12/cropped-kullanici-32x32.png medeniyet – Açık Pencere https://www.acikpencere.com 32 32 Bir Medeniyet Tartışması: Türkiye’nin Değişen Batı Algısı https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/bir-medeniyet-tartismasi-turkiyenin-degisen-bati-algisi/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/bir-medeniyet-tartismasi-turkiyenin-degisen-bati-algisi/#comments Thu, 31 Mar 2022 14:29:07 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=5931 Türkiye’de Batı tartışmaları, Osmanlı Devleti’nin gerileme dönemi itibariyle başlamış, Cumhuriyetten sonra ise yoğunlaşarak artmıştır. Tartışmaların temelinde ise Batı’nın; askeri, ekonomik, teknolojik ve siyasi alanlarda gitgide yükselen eğilimini nasıl başardığı sorusudur. Batı tartışmaları, geneli itibariyle ülkede süregelen istikrarsızlıklara çözüm bulma kaygısı tarafından şekil almıştır. Gayet tabiidir ki Batı tartışmaları aslı itibariyle tek taraflı bir “anlaşılma” sürecidir. Nitekim bu anlaşılma süreci, Batı’ya karşı zihinlerde bulunan görüşlerin bir nevi “evrimleşmesi” olarak da görülebilmektedir.

Batı dünyasının gerçekleştirdiği gelişimin anlamlandırılması süreci, 19’uncu yüzyılın başlarından günümüze kadar ülkemiz insanlarını meşgul etmektedir. Batı’nın yükselen eğiliminin anlaşılmaya çalışılması, en geniş bağlamda dünya genelinde kaç tür medeniyetin olduğu meselesi, tartışmaların başlangıç noktasıdır. Bu çerçevede tartışmalar, üç ana başlığa bölünebilmektedir.

İlk yaklaşım, dünya üzerinde “tek medeniyet” anlayışıdır. Bu anlayış, baskın olarak Batı medeniyeti ekseninde şekillenmektedir. Batılı aydınlardan, Andre Gide ve Ernest Renan gibi isimlerin “dünya üzerinde bulunan tek medeniyet, Batı medeniyetidir.” sözleri gerek Osmanlı’da gerekse de günümüzde bazı aydınlar tarafından destek görmüştür. Bu görüşe destek sağlayan ve en önemli savunucusu ise Osmanlı’daki “Batılıcılık” hareketlerinin önemli liderlerinden ve İctihad isimli dergi çıkaran Abdullah Cevdet’tir. Abdullah Cevdet’e göre tek bir medeniyet vardır ve bunu iyisiyle kötüsüyle, tatlısıyla acısıyla almamız gerekmektedir. Aksi durumda ise Batı tarafından işgal edilmemizin kaçınılmaz olduğunu söylemektedir (BÜLBÜL, Said Halim Paşa/Bir Devlet Adamı ve Siyasal Düşünür Olarak, 2016).

Bariz bir şekilde tezahür eden ikinci yaklaşımsa, “medeniyet”i, beşeri anlayışın tüm unsurlarını içeren tek bir başlığa indirgememektir. Yani medeniyetin çeşitleri olduğu anlayışıdır. Yine dönemin önde gelen Batıcı düşünürlerinden Celâl Nuri’ye göre iki çeşit medeniyet vardır. Bunlar; medeniyet-i sınaiye(sanayi) ve medeniyet-i hakikiye (İLERİ, 1915, s. 25). Bu görüşe göre sanayi medeniyetinin tek kaynağı Batı’dır ve bundan başka medeniyet yoktur. Medeniyet-i hakikiye açısından ise Batı’nın ahlâk bakımından eksik olduğunu ve diğer milletlere zulmettiğini belirten Celâl Nuri, Japonya’nın Batı’dan sanayi medeniyetini aldığı ancak kendilerinin de medeniyet-i hakikilerini koruduklarının altını çizmiştir.  O’na göre“medeniyet-i hakikide ‘bu nokta-i nazardan’, şark, âlem-i İslâm, Çin ve Japonya hiç şüphesiz Avrupa’nın fevkindedir. … Binaenaleyh medeniyet-i hakikiyemizi terk etmek, Avrupa medeniyet-i gayr-i sınaiyesini temessül etmek şöyle dursun ahlâk ve tabayiimizi alâ halihi muhafaza etmeliyiz. Onların yine kendi dairelerinde mazhar-ı feyz-i tekâmül olmasına bakmalıyız” (İLERİ, 1915, s. 30).

Üçüncü yaklaşım ise “çoğul medeniyet”tir. Bu anlayışa göre, “medeniyet” kavramı, kültür yahut hars kavramından soyutlanarak yalnızca bir “teknik ilerleme”yle kısıtlanamaz. Yani “çoğul medeniyet” yaklaşımıdır. Medeniyetin geniş bir anlam dünyasının var olduğu çoğul medeniyet yaklaşımı, günümüzde de diğer yaklaşımlara göre daha fazla benimsendiği söylenebilmektedir. Samuel P. Huntington’un dünya üzerinde “yedi veya sekiz” (KUMRU, 2018) medeniyetin var olduğu görüşü de çoğul medeniyet yaklaşımının kabul edilebilirliğini teyit etmektedir.

Cemil Meriç’e göre medeniyet tekil bir olgu değil, çoğuldur. Meriç, İbn-i Haldun’un tabiriyle medeniyet kelimesi yerine “umran” kavramını önerir. Umran en geniş anlamıyla “içtimai hayat”tır ve kültür ve medeniyeti birlikte içermektedir (MERİÇ, 2015, s. 88). Cemil Meriç, Batı medeniyetinin evrensel bir niteliğinin olmadığını, yalnızca bir medeniyetten ibaret olduğunun altını çizmektedir. Roma ve Yunan medeniyetlerinin ise Avrupa değil, Akdeniz medeniyetleri olduğu görüşünü savunmaktadır. Kendisini insanlık tarihinin merkezi konumuna yerleştiren Avrupa, zamanı çağlara bölerek ayırmaktadır. Oysa her büyük medeniyetin ayrı bir eski çağı, ortaçağı ve yeniçağı vardır (MERİÇ, 2015, s. 114). Cemil Meriç bu çerçevede insanlık tarihinin ortak birikimini tek bir medeniyete indirgemeyerek farklı medeniyetlerin varlığına vurgu yapmaktadır.

Üç Muamma adlı eserin yazarı olan Haşim Nahit ise birbirlerinden farklı coğrafyalarda yaşayan ve farklı olan toplumların medeniyetleri birbirlerine uymadığı görüşünü savunmaktadır.

Batı medeniyeti tartışmalarının başladığı Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine kadar birçok aydınların Batı’ya ilişkin değerlendirmelerinde ciddi düzeyde farklılıkların olduğunu görmekteyiz. Abdullah Cevdet için Batı medeniyeti, “gülü ve dikeni ile alınması gereken tek bir medeniyet” olarak ortaya atılmışken Mehmet Âkif içinse “medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar” benzetmesine muhatap olmuştur.

Batı’dan Ne Alınmalı? Sorunsalı

Batı’nın yükselen konumundan dolayı ortaya çıkan Batı medeniyeti tartışmalarında Batı’nın, maddi-manevi gelişmişlik özelinde sınıflandırılması yalnızca ideolojik bir bakışla değil aslında Batıdan ne alınması gerektiğiyle de alakalı olan bir sorunsaldır.

Yukarıda da medeniyet tartışmaları ekseninde gerçekleşen farklı yaklaşımları ele aldık. Meşrutiyet dönemi Batı tartışmalarında iki ana temel ve farklı yaklaşımın somutlaştığı görülmektedir. Bunlardan ilki her türlü “Avrupai” kurum, anlayış ve değerlerin bütüncül olarak “Batılaşma”sı; ikincisiyse İslâmcıların başını çektiği ve bazı Türkçülerin yanı sıra diğer farklı ideolojik tercihlere sahip birçok aydının da katıldığı, Batı’nın teknolojik gelişiminden yararlanıp kültürel alanlardaysa kendi has değerlerimize sahip çıkmayı öngören imtiyazlı “modernleşme” anlayışıdır.

Batılaşmayı öngören yaklaşım, “medeniyet”i her ne koşulda ve nedende olursa olsun bölen, ayıran yahut sınıflandıran bir bakışa karşıdır. Nitekim bu görüşte Batı, parçalanamaz bir bütündür (HANİOĞLU, 1985). Meşrutiyet dönemi İslamcılık görüşü, Batıcılıkla görüşünün tam karşısındadır. İslamcılar Batı’nın ekonomik, teknolojik ve sanayi alanlarında ki başarısını takdir etmekle beraber, kültürel ve yaşam tarzı özelindeyse de yoğun bir şekilde eleştirmektedirler. İslamcı düşünceyi savunanların önemli düşünürlerinde biri olan Said Halim Paşa’ya göre tüm hatlarıyla Batılaşma, ülkeyi anarşizme götüreceğini söylemektedir. Bu minvalde ne kadar Batılaşırsak, o kadar felaketimiz büyük olacaktır (PAŞA, 1920, s. 75).  Ancak Said Halim Paşa bununla birlikte Batı’dan yararlanılması gerektiğini kaçınılmaz olduğunun altını çizmektedir. Lakin bu yararlanma,fiili açıdan realiteden yoksundur. Nitekim yararlanılması öngörülen medeniyetin unsurlarını kendi medeniyetine de uydurarak tatbik etmekle mümkündür.

Türkiye’de deneysel sosyal psikolojik çalışmalarıyla tanına Mümtaz Turhan’a göre; Batı’ya ilişkin yaklaşımda, maddi-kültürel ayrımı konusunda Türkçülerde İslamcılardan çok farklı görüşlere sahip değildir. Her iki akım da Avrupa’dan yalnızca ilim ve tekniğin alınması ile yetinilmesi konusunda ortak bir vizyona sahiptir (TURHAN, 2015, s. 244).  Bu yaklaşımda fiili açıdan realiteden yoksun kalmıştır. Çünkü ortaya çıkan Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük akımlarında, Cumhuriyet döneminin yönetici elitlerin Türkçülüğü resmi bir görüş haline getirmesi, doğal olarak diğer görüşlerin sona ermesine sebebiyet vermiştir. O dönemden itibaren izlenilen “moderneleşme” programı, “Batılaşma” özelinde gerçekleşmiştir.Batı’nın yalnızca ilim ve fenninin alınması görüşü dışında “medeni ve modern bir ulus” anlayışı çerçevesinde “Batılı yaşam biçimi”ne has kültürel formlarda aktarılmıştır. “Modernleşeme” tanımının, “Batılaşma”yla entegrasyonu söz konusu olmuştur.

Cumhuriyet Dönemi İtibariyle Batı Algısı

Bu dönem geçmiş dönemlerin aksine Batı, olumlu ve olumsuz yönleri özelinde sınıflandırılmamıştır. Ülkede çare olarak “Modernleşme” başlığı adı altında “Batılaşma” düşüncesi her alanda ağırlık kazanmıştır. Geleneksel kurum, kuruluş ve değerler lav edilerek, toplumun gündelik hayatında köklü entegrasyon sürecine girilmiştir. Değişim gösteren kültürel değişimler gitgide radikal bir “Batılaşma”ya evrilmiştir. Sancılı olarak geçen “Batılaşma” sürecindeyse, “Batı” algısı da yönetici elitlerin “Modernleşme” programının toplumsal açıdan yansımalarında değişiklik göstermektedir (BÜLBÜL, ÖZİPEK, & KALIN, Cumhuriyet’ten Günümüze: Karışık Duyguların Belirlediği Batı Algısı, 2008). Cumhuriyet dönemi itibariyle Batı algısı, siyasi, kültürel ve konjonktürel boyutlarıyla farklılaşması, toplumsal kutuplaşmanın hareket noktasını kesinleştirmiştir.

Birinci Dünya Savaşı süreciyle beraber yaşanan kayıplar, Sevr Antlaşması, gerçekleşen işgalin ardından Yunanistan özelinde Batıya karşı verilen Kurtuluş Savaşı, toplumun Batı algısını şekillendiren yakın tarihi unsurladır. Toplumun işgaller sürecinde yaşadığı acılar ilgili hatıralarda ve zihinlerde önemli bir yerdedir. Bu süreçte özellikle Kurtuluş Savaşı’nda devlet, ulusal kimlik oluşturmada bu birikimden yararlanmıştır. Siyasal anlamda “Batı”, toplumsal hafızada; “zalim, işgalci, kötü niyetli ve tehlikeli” olarak kaydedilmiştir.

Kurulan yeni devletteki elitlerle şekillenen toplumsal bilinç, medeniyet ve kültür bağlamında anlamına karşılık gelmiş, “Batı” ise yukarıda ki anlama karşın olumlu bir nitelik taşımaktadır. Nitekim “Batı”ya, “muasır medeniyet”in beşiği anlamı verilmeye çalışılmıştır. Geçmiş dönemlerde olumlu-olumsuz bağlamda değerlendirilen “Batı”, artık bir bütün olarak tüm hatlarıyla kabul edilerek bir devlet politikası haline evirilmiştir. Bu evrimleşme neticesinde “Batı”lı bir toplum statüsü için bu değişime engel niteliğinde olan yahut algılanan geleneksel her türlü kurum ve değerler adeta devlet eliyle endoktrinasyon uygulamalarıyla tasfiye edilmiştir. Gerçekleşen endoktrinasyon uygulamalar, “Radikal Batılaşma” olarak da adlandırılan bu sürecin iki temel yansımalarından bahsedilebilir.İlki toplum özelinde gerçekleşen tepkinin bir ürünü olan içe kapanma ve reddediş şeklindeki tutumlardır. İkincisi ise “modernleşme” programının yürütülme biçimi, tersi niteliğinde aykırı bir tutumla Batı’dan kopartıcı etkisinin varlığından söz edilebilir (BÜLBÜL, ÖZİPEK, & KALIN, Cumhuriyet’ten Günümüze: Karışık Duyguların Belirlediği Batı Algısı, 2008).[1]

Cumhuriyet dönemi itibariyle toplumda değişimlere uğrayan Batı algısı, yalnızca devletin uygulamaları perspektifinde şekillenmemiştir. Uluslararası konjoktür nedenleriyle de Batı’yla tesis edilen ilişkilerin etkisinde oldukça büyüktür. İkinci Dünya Savaşıyla birlikte tek kutuptan, çift kutuba dönüşen küresel sistemde Türkiye, Batıya daha da yakınlaşmıştır. İlerleyen yıllarda 2000’lere gelindiğinde Türkiye, AB ile bütünleşme çalışmaları ciddi manada dönüm noktasıdır. Türkiye, AB’nin tam üyelik için sunduğu “Kopenhag Kriterleri”ni koşulsuz bir şekilde tamamına yakınını ivedilikle tamamlamıştır. Türkiye’nin AB’ye karşı tutumu “gülü ve dikeni ile alınması gereken tek bir medeniyet” anlayışıyla hareket etmiştir. Ancak AB,Türkiye’ye yönelik uygulamış olduğu politikası ciddi manada farklılaşmış ve aynı zamanda Fransa ve Almanya devletlerinin başını çektiği “tam üyelik” sözleri, yerini “imtiyazlı ortaklığa” bırakmıştır. Hatta o dönemde birçok Batılı lider ve dini otorite liderleri, “Türkiye’nin Avrupa’ya ait olmadığı” ve arada “din ve kültür farkı” olduğu söylemleriyle Türkiye ötekileştirilmiştir. Bu ötekileştirmede ise kuşkusuz Türkiye, toplumu itibariyle Batıya karşı olumsuz bir karşılığı olmuştur.

Türkiye’de, Ekim-2006 ve Haziran-2007 tarihlerinde gerçekleştirilen bir kamuoyu araştırmasında Türk toplumuna yöneltilen, “Günümüzde Batı neyi ifade ediyor?” sorusuna ilişkin olarak katılımcıların kendi ifadeleri ve öne çıkardıkları kavramlar, olumludan olumsuza şu şekilde özetlenebilmektedir:

“Medeniyet”, “uygarlık”, “sanayi, teknoloji ve kültürel olarak gelişmişlik”, “özgürlük ve insan hakları”, “demokrasi”, “rahatlık”, “yaşam standartları”, “modern yaşam”, “sosyal hakları ve güvenceleri oturmuş bir sistem”, “eğitim düzeyinin yüksekliği”, “iş-çalışma”, “çalışma disiplini”, “eğlence”, “tatil”, “kanunların oturduğu, güçlünün güçsüzü ezmediği bir düzen”, “farklı gelenekleri, kültürleri olan ülkeler”, “farklı bir kültür”, “gelişmiş ama sorunlu”, “medeni görünen ama medeni olmayan bir topluluk”, “kendi benliğini kaybetmiş, sadece çıkar ilişkileri üzerine kurulmuş bir sömürü düzeni”, “kendi menfaatleri için her şeyi yapabilen bir topluluk”, “dejenere olmuş bir ülke”, “Haçlı Seferleri”, “Batı’nın bombaları”, “sömürgecilik” “ikiyüzlülük”, “kapitalist düzen”, “esir kampı”, “ukalalık”, “soğukluk”, “kayıtsızlık”, “hiçbir şey”(BÜLBÜL, ÖZİPEK, & KALIN, 2008).

Sonuç

Sonuç itibariyle Türkiye’de, “Batı”cı anlayış ile “Batı” karşıtı olarak çift kutuplu bir anlayışın varlığından söz edebiliriz. Türkiye’nin “Batı”ya karşı hayranlık düzeyinde ki bakış açısının, AB’nin Türkiye’yi kültürel bağlamda dışlayıcı politikasına binaen oldukça gereksiz olduğunun teyidi niteliğindedir. Avrupa’da yaşayan birçok insanın dini, kültürel ve ırki nedenlerden ötürü ayrımcılıkla karşı karşıya kalındığı gerçeği gözler önündedir. Ancak Batı’nın sosyal meseleler haricinde ekonomik ve teknolojik alanlardaki başarısını da hiçbir surette göz ardı edilmemesi esastır. Bu nedenle “iyisiyle kötüsüyle Batılaşmalıyız” söz ve söylemleri nasıl abesse, “biz Batılaşamayız” söz ve sözlemleri de abestir. Nitekim “Batılaşmak” kavramı, ülkemizde uygulanan anlayışın tam tersine, ekonomik, teknolojik ve de sanayi açısından gelişimi öngören bir anlam bütününe hitap etmektedir.

 

 

Kaynakça

  • ARSLAN BİLGİN. F. (2020). Ziya Gökalp ve Batı Algısı, Medeniyet ve Toplum Dergisi , 4 (1) , 100-112 .           Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1172461
  • Avrupa’da değişmeyen ben ve ‘öteki Türkiye’ algısı. (2020, Şubat 29). Intell4: https://www.intell4.com/avrupada-degismeyen-ben-ve-oteki-turkiye-algisi-haber-184483 adresinden alındı
  • BÜLBÜL, K. (2016). Said Halim Paşa/Bir Devlet Adamı ve Siyasal Düşünür Olarak. Ankara: Tezkire Yayınları.
  • BÜLBÜL, K., ÖZİPEK, B. B., & KALIN, İ. (2008). Cumhuriyet’ten Günümüze: Karışık Duyguların Belirlediği Batı Algısı. Ankara: SETA Yayınları.
  • HANİOĞLU, M. Ş. (1985). Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi. “Batıcılık”. İstanbul, Fatih, Türkiye: İletişim Yayınları.
  • HUNTİNGTON, S. P. (1993). The Clash of Civilizations?, Foreign Affairs, Summer; Aynı makale için bkz: https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/1993-06-01/clash-civilizations , E.T. Ekim 2021
  • İLERİ, C. N. (1915). İttihad-ı İslam. İslamın Mazisi, Hali, İstikbali. İstanbul: Yeni Osmanlı Matbaas.
  • KUMRU, C. (2018). Huntıngton’ın “Medeniyetler Çatışması” Üzerine Değerlendirmeler. Ulakbilge Sosyal Bilimler Dergisi, 603-614.
  • MERİÇ, C. (2015). Umrandan Uygarlığa. İstanbul: İletişim Yayıncılık.
  • PAŞA, S. H. (1920). İslâmda Teşkilât-ı Siyâsiye. Sebîlü’r-Reşâd, 75.
  • TURHAN, M. (2015). Kültür Değişmeleri. İstanbul: Altınordu Yayınları.
  • https://www.unaoc.org/repository/report.htm , E.T. Ekim 2021

[1] Bu yaklaşıma göre, kendisini Batılı toplumlarla aynı “İbrahimi” gelenek içinde tanımlayan geleneksel/Osmanlı tarih kavrayışının resmi düzeyde terk edilerek yerine tarihi Orta Asya’dan başlatan “Türk tarih tezi”nin ikame edilmesi, aslında felsefi ve sembolik anlamda Batılı toplumlarla ortak bağın da kopması anlamına gelmiştir.

 

]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/bir-medeniyet-tartismasi-turkiyenin-degisen-bati-algisi/feed/ 3
Medeniyet Anlayışındaki Farklılıklar https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/medeniyet-anlayisindaki-farkliliklar/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/medeniyet-anlayisindaki-farkliliklar/#comments Sun, 27 Dec 2020 16:28:26 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=1839 Medeniyet söylemi, aslı itibariyle kendine has kültürü, bakış açısı ve yaşam biçimini barındırdığı geniş kapsamlı bir anlam içeriğine sahiptir. Tarihi, kültürel altyapısı ve coğrafyasının mevcudiyetiyle esastır. Son yirmi yıldır medeniyet kelimesini birçok kez Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezi bağlamında duyduk.  Samuel Huntington’un , Soğuk Savaş yıllarına ve sonrasına tekabül eden 1990’lı yıllardan itibaren küresel boyutlu ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici olan unsurun politik ya da ekonomik ideolojilerin olmadığı buna mukabil medeniyetlerin olmaya başladığını savunduğu bir tezdir. “Medeniyetler Çatışması” tezi, aslı itibariyle 21’inci yüzyılın odak noktası olacağını öne sürmektedir. Aslında Huntington’ın medeniyet kavramını açıklamanın ziyadesinde siyasi bir gündemle çatışma üzerine odaklanan bu tezinde çok da dikkat çekmeyen önemli bir tespit bulunuyordu.

Medeniyetlerin 21. yüzyılda da insanların aidiyetlerini belirleyen ve bu çerçevede uluslararası ilişkileri şekillendiren ana kavramlardan birisi olmayı sürdüreceği, ulus devlet sisteminin hâkim olduğu bir çağda medeniyet gibi ulus devlet sınırlarını aşan bir kavramın yaşamaya devam edeceğini dile getiriliyordu. Yani sonucu itibariyle tek yönlü olmayan medeniyet kavramını evrenselliğe yoğrulacağı fil hakika küresel çapta artık muhtelif şekillerde kaşımıza çıkacağını ikrar etmektedir ki yaşadığımız dönemde bu durumu birebir yaşamaktayız. Bu çatışma odaklı formülasyonun karşısında konumlandırılabileceğimiz bir başka teşebbüs de 2005 yılında ortaya çıkan Medeniyetler İttifakı Girişimi oldu. Girişimin temeli, adından da anlaşılabileceği üzere medeniyetlerin ittifak edebileceği, bir arada yaşayabileceği ve farklılıklarına rağmen ortak olarak iyi şeyler için çalışabileceği fikriydi. Medeniyetler İttifakı Girişimi çatışma paradigmasının derinleşmesini önleyici bir misyon üstlendi. Bu derinleşme temelinde uluslararası sosyal ve ekonomik statünün zarar göreceği aşikâr olan bir durumdu. Neticesinde bu girişim bu durumu minimalize etme gayreti içerisindeydi.

19’uncu yüzyılda Avrupa sömürgeciliğinin kullandığı en yaygın nosyonlardan biride medeniyet nosyonudur. Fransızların “la mission civilisatrice” dediği yani medenileşme, Osmanlı aydınları tarafından da “vazife-i temeddün” olarak tercüme edilmiştir. Medeniyet götürüyoruz başlığı altında Avrupa’nın; Afrika’yı, Asya’yı, Latin Amerika’yı ve Güneydoğu Asya’yı sömürgeleştirdiklerini görmekteyiz. Medeniyet olarak lanse edilen ancak fiili olarak barbarlığın tezahürü olacak onlarca hadise mevcuttur. Yakın dönemde ise Avrupa’nın gerek mülteci krizi ve ırkçı faşist yaklaşımıyla da gerekse de İslamofobi birer barbarlık örneğidir. Son üç asırdır Avrupa sömürgeciliğini meşrulaştırmak için kullanılan medeniyet kavramının bu istismardan ve hegemonik çağrışımlarından kurtarılması pek önemlidir. Öncelikle kelimenin tarihî, siyasi ve toplumsal anlamlarının yanı sıra ikinci olarak da medeniyet tanımının dayandığı felsefî çerçevenin temellendirilmesi gerekmektedir. Medeniyet tasavvuru; varlık, bilgi, estetik konuları özelinde hareket etmektedir. İslam dünyasının “medeniyet”ten bahseden ilk düşünürlerinden Farabî’nin “erdemli şehir” modeli ve İbn Haldun’un “umran” teorisinde bu tasavvur geniş bir şekilde gerçekleşmiştir.

Medeniyet kavramının bir toplumun ancak muayyen bir dünya görüşü, varlık tasavvuru, bilgi anlayışı ve estetik duyuşu ile hasıl kılınabilir. Her alanda bütüncül ve tutarlı bir tasavvura sahip olmanın akıl ve erdeme dayalı, insancıl ve sürdürülebilir bir medeniyetin vazgeçilmez şartıdır. Bunun için de varlık dairesinin farklı mertebeleri arasında doğru ve otantik ilişkiler kurmanın ve her şeyi yerli yerine koymanın gerekliliğini de esas olarak kabul etmeliyiz. Varlıkla ilişkimizi yeniden tanımlamamız, bilgi tasavvurumuzu yeniden inşa etmemiz ve güzellik ilmini yeniden keşfetmemiz gerekiyor. Bu formülasyonda medeniliğin teknik imkânlarla, zenginlik veya büyük şehirler kurmakla ilgisi olmadığını görmekteyiz.

Bilakis medenilik varlık, insan, eşya karşısında bir duruşu ifade eden tutumları kapsayan bir bütün, bir değerler manzumesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Batı’nın artık halihazırda medeniyet kavramı üzerine söyleyeceği bir sözü de kalmamıştır. İslam dünyası ise kendine has ve geniş derinliğe sahip medeniyet anlayışına söyleyecek lafız aramaktadır/aramalıdır. Kendimize has medeniyetimizin; estetik, kültür ve anlam değerlerinden yoksun olarak İslam dünyasının kendi sorunlarına gerçekçi bir çözüm üretebilmesi ve insanlığa fayda sağlayabilmesi mümkün değildir. Buna mukabil sahih çözümlerin üretilmesi bir takım öze dönüş ile mümkünlük kazanması aşikardır. Bu öze dönüşün ise 21’inci yüzyıl ile entegre edilerek hayata geçirilmesi esastır.

Türkiye’de medeniyet kavramı üzerine, Cumhuriyetle beraber fevkalade radikal bir süreç başlamış oldu. Modernleşmek adına geleneğin tarihin hafızanın bir kenara konulması fikri çok baskın çıktı. Ve bu bir nesli kendi tarihine ve coğrafyasına yabancılaştırdı. Bunun çok ağır sosyolojik ve siyasi sonuçları oldu. Kendi şartları içerisinde Cumhuriyet dönemi farklı bir modernleşme yolu izleyebilirdi. Biraz daha kendi tarihiyle, Anadolu irfanıyla, İslam’la, dini gelenekle, Osmanlıyla daha barışık bir modernleşme gerçekleştirebilirdi.

Bizlere dayatılan modernleşme hikâyelerinin iki ana unsuru vardır. Biri Avrupa merkeziyetçiliği, diğeri ise oryantalizmdir.  Avrupa merkeziyetçiliği sadece siyaseti değil; tarihi, estetiği, kültürü, müziği, sanatı, yeme kültürünüzü, yaşama kültürünüzü Avrupa merkeziyetçi zaviyesinden tanımlayan bakış açısıdır. Avrupa merkeziyetçiliği; hukukun, medeniyetin, ilerlemenin, kalkınmanın, yüksek kültürün kriteri Avrupa’da üretilen değerlerdir diyen bakış açısıdır. Bu nasıl gerçekleşti? Kadim tarihi 6-7’inci yüzyılda başlatarak. Bilim, düşünce ve mantık kadim Yunanda başladı diyerek. Bilime tabii ki de Yunanlılar önemli katkılarda bulunmuştur. Hatta İslam medeniyetini de etkilemiştir. Yani bizim hiçbir filozofumuz; Eflatunsuz, Aristosuz felsefe konuşmamıştır. 1000 yıl neredeyse Eflatun’un ve Aristo’nun eserleri Arapçaya çevrildi ve muhafaza edilmiş oldu.

Bizler ne yazık ki Avrupa merkeziyetçi bakış açısından vazgeçmiş değiliz. Hâlâ bu tarihi-zihni arka planla hareket etmekteyiz. Medeniyet, 150 yıldır gündemden hiç düşmeyen ama bir o kadar da örselenen, hırpalanan ve suistimal edilen bir kavram. Tarihi arka planı unutmadan, medeniyet kavramını bu sömürgeci anlamlarından kurtarıp, yeni bir çerçevede tanımlamamız gerekiyor. Medeniyet; insancıllık, medenilik, rasyonellik, ahlaklı, erdemli olma anlamında bir değerdir. Toplumların kendi tarih ve geleneklerine uygun bir şekilde yaşamaları, barış içinde bir dünya düzeni kurmaları için önemli bir zemin teşkil etmektedir.

Medeniyeti tek bir kadrajda incelememizin mümkün olmadığı gibi dönemsel farklılıklarında olduğunu unutmamalıyız. Nitekim her medeniyet başlığı altında yapılan hareketin ve olayın aslı itibariyle medeniyet ile ilişkilendirilmemesi gerekmektedir. Tek perspektif olarak medeniyeti değerlendirmemizde yanlıştır. Çünkü medeniyet dediğimiz tek mercekten farklı olayları incelemek olarak nitelendirebileceğimiz bir nosyondur.

KAYNAKÇA

  • KALIN, İBRAHİM, “Barbar, Modern, Medeni: Medeniyet Üzerine Notlar”, İnsan Yayınları, 2018
  • HUNTİNGTON, SAMUEL P. , “Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması”, Okuyan Us Yayınları, 2011
  • YILMAZ, MURAT, “Medeniyetler Çatışması ve Samuel P. Huntington”, Vadi Yayınları, 2014
  • YUMAK, SÜMEYRA, “Barbar, Modern, Medenî: Medeniyet Üzerine Notlar”, İbrahim Kalın, İstanbul: İnsan Yayınları, 2. Baskı, 2018, 299 sayfa. . Usul İslam Araştırmaları, 32 (32) , 224-227. (https://dergipark.org.tr/tr/pub/usul/issue/49556/634930)
  • ŞİŞMAN, SULEYHA, “Medeniyet üzerine notlar”, https://www.yenisafak.com/hayat/medeniyet-uzerine-notlar-3407607), E.T. 10 Kasım 2018
]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/medeniyet-anlayisindaki-farkliliklar/feed/ 2