Birleşmiş Milletler – Açık Pencere https://www.acikpencere.com Gençlik Düşünce ve Araştırma Kuruluşu Sun, 18 Dec 2022 16:08:01 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://www.acikpencere.com/wp-content/uploads/2020/12/cropped-kullanici-32x32.png Birleşmiş Milletler – Açık Pencere https://www.acikpencere.com 32 32 Çevre Hukukunun Uluslararası Boyutları ve Türkiye https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/cevre-hukukunun-uluslararasi-boyutlari-ve-turkiye/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/cevre-hukukunun-uluslararasi-boyutlari-ve-turkiye/#respond Fri, 03 Dec 2021 14:34:26 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=4001 Giriş

Çevre hukukunun uluslararası hukukta görünür hale gelmesi küresel ısınma, iklim değişikliği gibi konuların devletlerin ulusal hukuk sistemlerini etkilemesiyle birlikte ortaya çıkan bir durumdur. Uluslararası hukukta çevrenin bir parçası olan denizler ve denizlerin kullanımına ilişkin uluslararası düzenlemeler ve antlaşmalar bulunsa da diğer çevre unsurlarına yönelik çalışmalar kısa zaman öncesine dayanmaktadır.

Devletlerin kendi ülkelerinin ana unsurları olan kara, deniz ve hava alanlarına yönelik kullanım hakları bulunsa da zaman zaman devletlerin hakimiyeti altında olan bu alanlarda gerçekleştirdikleri faaliyetler sonucunda sınır aşan diğer uluslararası hukuk kişilerini de etkileyen sorunlar ve sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Devletlerin sınır aşan faaliyetleri aynı zamanda devletlerin sorumluluğu konusunu da gündeme getirmektedir. Bu durum uluslararası çevre hukukunun da gelişimine katkı sağlamaktadır. Devletlerin çevre konusunu uluslararası alanda incelemesine neden olan unsurlar incelendiğinde en başta enerji kaynaklarının ekonomik alanda etkin ve verimli kullanımı, çevresel kirliliğinin önlenmesi ve canlı türlerinin korunması, iklim değişikliği ve su kaynaklarının kullanımı gibi başlıklar öne çıkmaktadır.

  • Çevre Hukukunun Gelişimi ve Devletlerin Sorumluluğu

Uluslararası alanda uluslararası hukukun kişilerinden olan devletlerin sorumluluğuna ilişkin birçok kural ve düzenleme bulunmaktadır. Devletler arası ilişkilerde başlıca unsur barışçıl bir şekilde egemenlik haklarını korumaktır. Bir devlet başka bir devletin kara, deniz ya da hava hakimiyet alanına zarar verecek bir faaliyette bulunursa bu durumda verdiği zararı gidermekle yükümlüdür. Çevre hukuku alanındaki gelişmeler dikkate alındığında ise uluslararası hukukun kaynaklarından olan uluslararası teamül hukukunda “diğer devletlere zarar vermeme, çevreye saygı gösterme ve koruma yükümlülüklerine halel getirmeme” (Shaw, 2018, s.616) gibi düzenlemeler bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda çevre konusunda birçok karar alınmış bu durum çevre hukukunun temel belgelerinin oluşmasına katkı sağlamıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı sonucunda 1972 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) kurulmuştur[1]. Birleşmiş Milletler Çevre Programının faaliyetleri sonucunda çevre hukuku alanında birçok uluslararası çevre sözleşmesi ortaya çıkmıştır. “1985 Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi ve 1987 Montreal Protokolü ile 1992 Biyoçeşitlilik Sözleşmesi” (Shaw, 2018, s.612) sözleşmeler bunlardan bazılarıdır.

Uluslararası hukukta karasuları, denizler ve su yollarının kullanımına ilişkin kuralların bulunması çevre hukuku alanında da gelişmelere katkı sağlamıştır. “Oder Nehri Uluslararası Komisyonunun Bölgesel Yargı Yetkisi” (International Commission on the River Oder) davasında verilen kararda “… nehre kıyıdaş olan devletlerin nehrin kullanımına yönelik tam eşitlik ve imtiyaz haklarının olmadığı[2]” ifadelerine yer verilmiştir. Bu kararı önemli kılan durum ise bir doğal su yolunun devletler arasında kullanım koşullarının ve çevresel bir konunun devletler arası mesele haline gelmesidir.

Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’nin taraf olduğu Trial Smelter davasında Kanada’nın sınırları içerisinde yer alan bir fabrikanın üretim faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan sülfür gazının Amerika toprakları içerisinde yer alan bir bölgede ekili alanlara ve ormanlara zarar vermesi konu edilmektedir. Bu davada verilen kararda “…verilen zarardan devletin uluslararası sorumluluğunun olduğu[3]” yönünde ifadeler yer almaktadır. Devletler arası ilişkilerde güç kullanımı da zaman zaman çevresel konular ekseninde incelenmiştir. Corfu Channel (Korfu Boğazı) davasında “… devletlerin topraklarının başka bir devlete karşı kuvvet kullanılmasında üs olarak kullanılmasından doğan sorumluluk…” kararıyla egemenliğin ve çevrenin unsuru olan toprağın kullanımı da uluslararası hukukta önemli bir konu haline gelmiştir.

Küresel ısınma, asit yağmurları, ozon tabakasının incelmesi gibi konuların küresel ölçekte gündeme gelmesiyle birlikte uluslararası çevre hukuku da giderek önem kazanmıştır. Uluslararası alanda çevre hukukunun temel ilkeleri incelendiğinde “çevre hakkı, ödev boyutu, önleme ilkesi, sürdürülebilir kalkınma, iş birliği ve eşgüdüm, entegrasyon, katılım, kirleten öder, ihtiyat ilkeleri” geçerlidir. Çevre hukukuna ilişkin sözleşmeler incelendiğinde “sınır aşan çevre kirliliği nedeniyle hava, deniz, kara gibi değerlerin korunması, kirlenmenin önlenmesi ve denetimi (Kılıç, 2001, s.136)” temel konular olduğu görülmektedir.

1.2.Çevre Hukuku ve Türkiye

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 90: “…Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz” ifadesi uluslararası hukukun kaynaklarının ulusal hukukta nasıl yer bulacağına ilişkin temel kurallardan biridir. Türkiye uluslararası alanda çevre hukuku alanında da birçok antlaşmaya taraf olan ve ulusal mevzuatını da uluslararası alanla uyumlu hale getiren bir devlettir.

Ulusal hukuk mevzuatımızda çevre hukukuna ilişkin ilk düzenleme 1982 Anayasasının 56. maddesidir. 56. Maddenin ilk iki fıkrasında çevre hakkı “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” ifadeleriyle düzenlenmiştir. 11 Ağustos 1983 tarihinde çıkarılan “Çevre Yasası”, 1984, 1990 ve 1991 yıllarında değişikliğe uğramıştır (Gürseler, 1999, s.820). Ulusal mevzuatın yanı sıra Türkiye çevre konusunda birçok uluslararası sözleşmenin de tarafıdır. Bu sözleşmeler:

Kısaltma Antlaşma Adı Tarih Yeri Yürürlük Tarihi Türkiye’nin Taraf Olma Tarihi
Viyana Sözleşmesi Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana

Sözleşmesi

1985 Viyana 1988 1991
Montreal Protokolü Ozon Tabakasını İncelten Maddelere Dair Montreal

Protokolü

1987 Montreal 1989 1991
BMİDÇS BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 1992 Rio de Janerio 1994 2004
KP BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolü 1997 Kyoto 2005 2009
BÇS Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 1992 Rio de Janeiro 1993 1996
Kartagena Protokolü Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin Biyogüvenlik

Kartagena Protokolü

2000 Kartagena 2003 2004
BMÇMS Özellikle Afrika’da Ciddi Kuraklık ve/veya

Çölleşmeye Maruz Ülkelerde Çölleşme ile

Mücadele İçin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, BM

Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi

1994 Paris 1996 1998
CITES Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki

Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme

1973 Vaşington 2007 1996
Ramsar Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak

Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında

Sözleşme

1971 Ramsar 1975 1994
Barselona

Sözleşmesi

Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin

Korunması Sözleşmesi

1976-1995 Barselona 2004 2002
Boşaltma Protokolü Akdeniz’de Gemilerden ve Uçaklardan Boşaltma

veya Denizde Yakmadan Kaynaklanan Kirliliğin

Önlenmesi ve Ortadan Kaldırılması Protokolü

1976-1995 Barselona Henüz

yürürlüğe

girmemiştir.

2002 yılında

ülkemiz

protokolü

onaylamıştır.

Tehlikeli Atık Protokolü Akdeniz’de Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Hareketleri

ve Bertarafından Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi

Protokolü

1996 İzmir 2008 2004
LBS Protokolü Akdeniz’in Kara Kökenli Kaynaklardan ve

Faaliyetlerinden Dolayı KirlenmeyeKarşı Korunması

Protokolü

1980-1996 Madrid 2008 2004
Müdahale ve Acil

Durum Protokolü

Olağanüstü Hallerde Akdeniz’in Petrol ve Diğer

Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde

Yapılacak Mücadele ve İşbirliğine Ait Protokol

2002 Malta 2004 2003
SPA ve Biyoçeşitlilik

Protokolü

Akdeniz’de Özel Koruma Alanları ve Biyolojik

Çeşitliliğe İlişkin Protokol

1995 Barselona 1999 2002
Bükreş Sözleşmesi Karadeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması

Sözleşmesi

1992 Bükreş 1994 1994
LBS Protokolü Karadeniz Deniz Çevresinin Kara Kökenli

Kaynaklardan Kirlenmeye Karşı Korunmasına Dair

Protokol

1992 Bükreş 1994 1994
Acil Durum Protokolü Karadeniz Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı

Maddelerle Kirlenmesine Karşı Acil Durumlarda

Yapılacak İşbirliğine Dair Protoko

1992 Bükreş 1994 1994
 Boşaltma Protokolü Karadeniz Deniz Çevresinin Boşaltmaları Nedeniyle

Kirlenmesinin Önlenmesine İlişkin Protokol

1992 Bükreş 1994 1994
Biyolojik Çeşitlilik ve

Peyzaj Protokolü

Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması

Sözleşmesi’nin Karadeniz’de Biyolojik Çeşitliliğin ve

Peyzajın Korunması Protokolü

2002 Sofya 2004 2004
Basel Sözleşmesi Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınımının ve

Bertarafının Kontrolüne İlişkin Bazel Sözleşmesi

1989 Basel 1992 1994
BAN Değişikliği Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Taşınımının ve

Bertarafının Kontrolüne İlişkin Bazel Sözleşmesine

Getirilen Değişiklik

1995 Cenevre Henüz

yürürlüğe

girmemiştir

2003 yılında

ülkemiz

protokolü

onaylamıştır

Stockholm Sözleşmesi Kalıcı Organik Kirleticilere İlişkin Stokholm

Sözleşmesi

2001 Stockholm 2004 2004
CLRTAP Uzun Menzilli Sınırlarötesi Hava Kirlenmesi

Sözleşmesi

1979 1983 1983
EMEP Protokolü Avrupa’da Hava Kirleticilerinin Uzun Menzilli

Aktarılmalarının izlenmesi ve Değerlendirilmesi için

İşbirliği Programı (EMEP) nın Uzun Vadeli

Finansmanına Dair, 1979 Uzun Menzilli Sınırlarötesi

Hava Kirlenmesi Sözleşmesi Protokolü

1984 Cenevre 1988 1985
Bern Sözleşmesi Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını

Koruma Sözleşmesi

1979 Bern 1982 1984
ICCAT Atlantik Ton Balıklarının Korunmasına İlişkin

Uluslararası Sözleşme

1966 Rio de Janeiro 1969 2003
Avrupa Peyzaj Sözleşmesi 2000 Floransa 2004 2003
Antarktika Andlaşması 1959 Vaşington 1961 1996
Madrid Protokolü Antarktika Sözleşmesi Çevre Koruma Protokolü 1991 Madrid 1998 2017

Kaynak: https://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Anlasmalar.pdf

2.1. Paris İklim Antlaşması ve Türkiye

Paris İklim Antlaşmasına giden yol incelendiğinde ilk olarak karşımıza çıkan belge 1992 yılında Rio de Janeiro’da 154 devletin imzaladığı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesidir. Bu sözleşmenin temel amacı “iklim sistemine tehlikeli sonuçlar yaratacak insan müdahalesinin önlenmesi[4]” olarak belirlenmiştir. Daha sonraki süreçte antlaşmanın geliştirilmiş bir versiyonu olan Kyoto Protokolü kabul edilmiş, antlaşmanın 2020 yılında sona erecek olması ikame bir durum zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir.  2015 Paris’te yapılan toplantı sonucunda Paris İklim Antlaşması imzalanmıştır. Paris İklim Antlaşması ile “iklim değişikliğiyle mücadelede gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasına ve tüm ülkelerin “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi tahtında sorumluluk üstlenmesi[5]” ilkelerine dayandırılmıştır.

Paris İklim Antlaşmasının imzalayan devletlerden biri olan Türkiye 6 Ekim 2021 tarihinde TBMM’de onaylayarak yürürlüğe koymuştur. Uluslararası hukukta önemli ilkelerden biri olan ahde vefa ilkesine göre devletler taraf olduğu antlaşmalara uyma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu ilkeden hareketle Paris İklim Antlaşması Türkiye’ye yeni yükümlülükler getirecektir. Antlaşmadan sorumluluğun gereği olarak Türkiye “2030 yılına kadar emisyon artışını %21 azaltma taahhüdünde bulunmuş, gerçekleştireceği faaliyetleri de Ulusal Katkı Beyanlarında açıklayacaktır[6].” 29 Ekim 2021 tarihinde 31643 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 85 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirilmiştir. Türkiye antlaşmadan doğan diğer sorumluluklarını da hem ulusal hem de uluslararası alanda yerine getirmekle yükümlüdür.

 

 

 

Kaynakça

  • GÜRSELER, G., (1999). Türkiye’de Çevre Hukuku, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Cilt 3, s.811-830.
  • KILIÇ, S., (2001). Uluslararası Çevre Hukukunun Gelişimi Üzerine Bir İnceleme, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, s.131-149
  • SHAW, M., (2018). Uluslararası Hukuk, TÜBA Bilimler Akademisi, http://www.tuba.gov.tr/files/yayinlar/ders-kitaplari/Uluslararas%C4%B1Hukuk.pdf
  • https://legal.un.org/riaa/cases/vol_III/1905-1982.pdf, s.1912
  • https://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Anlasmalar.pdf
  • Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP). (tarih yok). Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı: https://www.mfa.gov.tr/birlesmis-milletler-cevre-programi.tr.mfa adresinden alındı
  • KAPLAN, B. (2021, Ekim 12). Paris İklim Anlaşması ve Türkiye’nin ekoloji-ekonomi denklemi. Anadolu Ajans: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/paris-iklim-anlasmasi-ve-turkiyenin-ekoloji-ekonomi-denklemi/2389711 adresinden alındı
  • Paris Anlaşması. (tarih yok). Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı: https://www.mfa.gov.tr/paris-anlasmasi.tr.mfa adresinden alındı
  • Permanent Court Of Internatıonal Justıce. (1929, Eylül 10). Worldcourts: http://www.worldcourts.com/pcij/eng/decisions/1929.09.10_river_oder.htm adresinden alındı
  • SATIL, C. (2021, Ekim 12). Türkiye Paris Anlaşması’nı Onayladı. Doğruluk Payı: https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-paris-anlasmasi-ni-onayladi?gclid=Cj0KCQiAqGNBhD3ARIsAO_o7ym8hRF2GriTYgISLimF2cRRQnwxXe_3A22WQxEKyKTj6mYx6xx0FcgaAuSeEALw_wcB adresinden alındı

 

[1] https://www.mfa.gov.tr/birlesmis-milletler-cevre-programi.tr.mfa, (er.20.11.2021)

[2] http://www.worldcourts.com/pcij/eng/decisions/1929.09.10_river_oder.htm

[3] https://legal.un.org/riaa/cases/vol_III/1905-1982.pdf, s.1912

[4] https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-paris-anlasmasi-ni-onayladi?gclid=Cj0KCQiA-qGNBhD3ARIsAO_o7ym8hRF2GriTYgISLimF2cRRQnwxXe_3A22WQxEKyKTj6mYx6xx0FcgaAuSeEALw_wcB

[5] https://www.mfa.gov.tr/paris-anlasmasi.tr.mfa

[6] https://www.aa.com.tr/tr/analiz/paris-iklim-anlasmasi-ve-turkiyenin-ekoloji-ekonomi-denklemi/2389711

 

]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/cevre-hukukunun-uluslararasi-boyutlari-ve-turkiye/feed/ 0
Soykırım Nedir? https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/soykirim-nedir/ https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/soykirim-nedir/#respond Mon, 21 Jun 2021 17:03:46 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=3125 28 Mayısta Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, yaptığı yazılı açıklamada, her iki ülkeden hükümet delegasyonlarının yaklaşık 6 yıllık müzakerelerinin ardından 1904-1908 yıllarında Korgeneral Lothar von Trotha’nın emriyle işlenen vahşetin, soykırım olarak tanınması üzerinde anlaştığını açıkladı.

Peki soykırım ne demek? Hangi eylemler soykırım sayılmaktadır? Hadi hep birlikte öğrenelim. Soykırım suçlaması, İkinci Dünya Savaşı sonrası bu savaşın galiplerinin diğerlerine ve sahipsiz kalan ortada kalan devletlere karşı yöneltilen en acımasız, en kötücül lekeler barındıran büyük kabuslarından biridir (Güneş, 2021)

En genel ifade ile soykırım, “siyasal, ulusal, ırksal ya da dinsel bir nedenle, azınlık durumundaki bir insan topluluğunu soyca yok etmeyi amaçlayan toplu öldürme eylemi” olarak tanımlanabilir. Jenosid kavramı ilk defa Rafael Lemkin tarafından 1944 yılında kullanılmıştır. Lemkin; Antik Yunanca ırk, kabile anlamlarına gelen “Genos” kelimesi ile Latince öldürme manasına gelen “Cide” kelimesini birleştirerek “Genocide” yani Soykırım kelimesini türetmiştir (Alpyavuz, 2009, s.50) Uluslar arası alandan en önemli antlaşmalardan biri olan 1948 BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme’nin ana konusu Lemkin’in yaptığı soykırım tanımlamasına dayanmaktadır.

Soykırım daha önce savaş suçları bağlamında değerlendirilirken, Almanya’nın ve Japonya’nın yöneticilerinin yargılandığı Nüremberg ve Tokyo Askeri Mahkemelerinin yargılamalarından sonra soykırım suçu insanlığa karşı suçlar kapsamında değerlendirilmeye başlamıştır.

Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi madde 2 soykırım eylemini 5 kategoride tanımlamıştır:

  1. Belirli bir gruba mensup olanların öldürülmesi,
  2. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi
  3. Grubun bütünüyle veya kısmen fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
  4. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak,
  5. Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek.
]]>
https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/soykirim-nedir/feed/ 0
Küresel İttifak İhtiyacı https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/kuresel-ittifak-ihtiyaci/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/kuresel-ittifak-ihtiyaci/#comments Wed, 30 Dec 2020 10:10:21 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=1982 Uluslararası alanda her ülkenin önemli kırılmaların yaşandığı, dünyanın her köşesinde siyasi, ekonomik ve sosyokültürel açıdan yeniden dizaynının söz konusu olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Koronavirüs salgının gölgesinde ortaya çıkan ekonomik krizler, yoksulluk, enerji kaynakları üzerindeki tahakküm gibi birçok mesele ülkeleri ve toplumları etkisi altına almıştır. Bunların yanı sıra birçok ülke için tehlike arz eden; FETÖ, DAEŞ. BOKO HARAM gibi terör örgütlerinin terörizmi şiddetli bir şekilde yürüttüğü faaliyetler ağır enkazlar bırakmaya devam etmektedir. Terörizm, giderek artan bir durum halini almakla beraber küresel barış ve huzuru ekarte etmektedir. Halihazırda ülkemiz, bölgesel açıdan terör örgütlerinin hedefi haline gelmiştir. Türkiye hem içeride hem dışarıda bütün yuvalanmış terör örgütleri ve onları destekleyen güçlerle hayati bir mücadele yürütmektedir. FETÖ başta olmak üzere diğer terör örgütleri de din ve dindarlığı istismar ederek hareket etmişlerdir. DEAŞ ve FETÖ, eski Roma’nın sembollerinden Janus’un biri doğuya, diğeri batıya bakan iki yüzü gibidir. Bir başka ifadeyle, bu iki örgüt Müslümanların arasına sokulmuş, içine de fitne gizlenmiş Truva Atı’dır. Her ikisinin amacı toplumu ifsat etmek, iman ve itikadımızı zehirlemektir.

Koranavirüs salgını, iklim değişikliği, çevre kirliliği, göç, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi sorunlar da küresel gündemin meşguliyetleri arasında önde gelen meselelerdir. Ortaya çıkan bu sorunlar yalnızca birtakım ülkeleri baz alan yahut tehdit eden sorunlar değildir. Nitekim bu meseleler küresel anlamda tüm dünyayı tehdit eder boyuttadır. Ülkelerden en gelişmişinden en geri kalmışına kadar küresel bir uzlaşıyla kurulacak ittifak ile bu sorunların üstesinden gelinebilir. Uluslararası çok taraflı kurumlar gerçek manada bir güç birliği yaparak tüm bu sorunlarla mücadele etmesi gerekliliği ortadadır. Birleşmiş Milletler başta olmak üzere diğer uluslararası kurum ve kuruluşlar tüm insanlığı tehdit eden bu sorunlar karşısında yeterli düzeyde tedbir almamaktadır. Küresel anlamda yeniden dizayn edilen dünya düzeninde BM başta olmak üzere diğer uluslararası örgütlerin de vakit kaybedilmeden reforme edilmesi gerekmektedir. Bu reforme; uluslararası tarafsızlıkla beraber, adalet, hukuk ve insan haklarını ciddi ciddi işlemelidir. Nitekim dünya ekosisteminde güçlünün haklı değil, haklının güçlü olması için her ülkenin elini taşın altına koymaktan imtina etmemesi gerekmektedir. 193 ülkenin üye olduğu Birleşmiş Milletlerde kararları yalnızca beş daimi üyenin alması, BM’nin adaletini sorgulatır kılmaktadır. Buna mukabil küresel sorunlar karşısında insani ve vicdani bir duruşun ziyadesinde, ekseriyetinin çıkar odaklı olan bir duruşun sergilendiğini görmekteyiz. Bu durum da BM’nin meşrutiyetini sorgulatmaktadır.

Ortaya çıkan küresel sorunlara karşısında kayıtsız kalmak, o sorunların büyümesine teşvik etmek demektir. 2011 yılında “Arap Baharı” diyerek başlatılan zulüm, halen sonlanmış değildir. Ortadoğu’da ilk başta demokratik halk hareketi olarak başlayan eylemler yerini şiddet ve zulme bırakmıştır. Uluslararası çifte standart, adaletsiz tutum ile İslam düşmanlığı ne yazık ki bu bölgeyi terörün yaşam alanına dönüştürmüştür. Bunun yanı sıra antidemokratik bir şekilde ülkelerin yönetimini devralan kişiler de mevcuttur. Bu durumda uluslararası kamuoyu, antidemokratik yönetimlere müdahale yapmaktan yoksun olarak hareket etmektedir. Filhakika uluslararası kamuoyu; demokrasinin, insan haklarının ve adaletin yanında yer almak yerine oligarşik, otoriter ve darbeci hükümetlerin yanında yer almaktadır. En bariz örnek Mısır’dır. Halkın seçilmiş meşru Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi deviren Sisi’nin yanında yer almıştır uluslararası kamuoyu. Hakeza Libya’da darbeci Hafter’in peşinde olan zahirde demokratik ve hukuk ülkeleri mevcuttur. Yoksul, çaresiz ve haksızlık ile mücadele eden ülkeler bu şekilde darbeci ve terör örgütlerinin istismarına uğramaktadır. Unutulmamalıdır ki bölgesel terör yoktur. Terör, uluslararası bir tehdittir. Irkçılık, İslamafobi ve iklim değişikliği küresel bir sorundur, yerel bir sorun olarak görmek yanlıştır.

Suriye’de başlayan iç savaş neticesinde; muhaliflere yakın İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Suriye devriminin 15 Mart 2011’den başlayarak 9 Aralık 2020 şafağına kadar Suriye topraklarında 387.118 kişinin hayatını kaybettiğini, öldürüldüğünü ve öldüğünü belgelemiştir. (Gözlemevi, 2020). Dünya şayet siyaset ve adalet üzere kurulu olursa, onun bir anlamı vardır. Ancak siyaset adaletten kopuksa orada bir netice almak mümkün değildir. Nitekim Suriye özelinden hareketle bu durumu dünya olarak birebir yaşamaktayız. Halihazırda yönetimde olan Şam rejimi meşrutiyetini kaybetmiştir. Ancak Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası örgüt ve devletlerin bu duruma müsamaha göstermesi ve kayıtsızlığı tarihin en büyük dramlarından birine yol açmıştır. Mısır’da az önce belirttiğim üzere halkın oylarıyla seçilen bir cumhurbaşkanının darbeyle indirilmesi, ardından toplu katliamların yapılması hangi hukuk sistemine uymaktadır? Günaşırı binlerce insanın katledildiği bir yeri yerel sorun olarak nasıl değerlendirebiliriz? Günümüz dünyasının bu duruma kayıtsız kalması halihazırda mümkün değildir. Nitekim artık Mısır ve bölge ülkelerinde bu savaş, insanların vicdanlarında tamiri zor yaralar açmıştır.

Yaklaşık bir asırdır süregelen Filistin meselesi, içimizde derin yaralar açmıştır. Bölge insanlarının geleceğe umutla ve güvenle bakmasına ipotek koyan Filistin meselesi çözüm bekleyen en önemli konulardan biridir. Batı dünyasının süper güç ülkesi ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, başlı başına bir hezeyandır. Irak’ta ise devrilen rejimin ardından başlayan süreç, adeta Irak halkını huzur ve demokrasiye hasret bırakacak düzeyde yüksek trajedinin ev sahipliğine bürünmüştür. Gün geçtikçe Ortadoğu ateşi alevlenip büyümektedir. Şuan omuz silkercesine bu duruma kayıtsız kalan devletler unutmamalıdır ki, o ateş onlara da sıçrayabilir. Krizin olduğu yer dolayısıyla istikrarsızlığında merkezi halini almaktadır. Ortadoğu, lokal bir sorun değildir. Ortadoğu küresel düzeyde tüm devletleri kapsayan bir sorundur. Bu ateş daha da kızışmadan dünya kamuoyu küresel ittifak kurup, el birliğiyle müdahale etmelidir.

Türkiye ise bu denli büyük çatışmaların yer aldığı; zulmün, şiddetin ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü ortamda bölgesel işbirliği dinamiklerini hareket ettirmeye öncülük etmiştir. Balkanlardan Kafkaslara, Akdeniz’den Karadeniz’e kadar bölgesel aktörleri ortak projeler etrafında bir araya getirerek bölgesel lider konumunu somutlaştıran adımlar atmıştır. Enerjiden ulaşıma, ticaretten turizme kadar her alanda işbirliklerini güçlendirmiştir. Uluslararası alanda diplomasisini oldukça başarılı bir şekilde yürüten Türkiye, bölgesel barışın öncüsü konumundadır. Bu nedenle oluşturulması gereken “Küresel İttifak”ın en önemli aktörleri arasındadır. Dünyaya bu ittifakı kabul ettirecek yegâne ülkedir.

Terör, İslamofobi, ırkçılık gibi çeşitli sorunlarla küresel siyasal sistem gittikçe çok kutuplu bir yapıya bürünmektedir. Bu çok kutuplu yapı dolayısıyla istikrarsızlığı doğurmaktadır. Dünyanın önde gelen ülkelerinden ABD, Çin ve Rusya’da bu durumdan kendisini soyutlamaya çalışmaktadır. Hindistan, Avrupa ülkeleri, Japonya ve Brezilya gibi ülkeler de yeni küresel sistem içerisinde geniş bölgeye hitap etme gayreti içerisindeler. Türkiye ise bölgesel güç olma yolunda ciddi yol kat etmiş ve küresel arenada; sağlıktan, askeriyeye, dış politikadan, ekonomiye kadar güçlenerek hareket etmektedir.

Güç hegemonyasında birleşen dünya ülkelerinin küresel hukuku yok sayması neticesinde de ortaya adaletsizlik çıkmaktadır. Samimi olmayan dünya ülkeleri insan hakları ve demokrasi alanlarında söz söylemeye hakkı yoktur. Ancak ekonomik ve askeri gücün gölgesinde birçok bölgede adeta tek yetkili ülke/ülkeler konumunda durmaktadır. Uluslararası kamuoyunda bu durumu minimalize etmek yalnızca oluşturulacak küresel bir ittifak ile mümkündür.

Amerika’dan Avrupa’ya, Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya ve Uzak Doğu’ya kadar yerküremizin tamamındaki ülkeler arasında ortaya çıkan terör ve iklim değişikliği tehditlerine karşı yekvücut olmamız gerekmektedir. Sözde demokrasi ve hukuk sözcülüğü yapan ülkelerin bu duruma karşı daha samimi olmaları gerekmektedir. Küresel İttifak, dünya kamuoyunda bir ihtiyaçtır. Neticesinde insan haklarından demokrasiye, adaletten özgürlüklere kadar her alanda bir uzlaşı gerçekleşecektir. Farklı anlayışlar ve kültürlerin medeniyet özelinde birleşerek ortaya bir ittifak çıkarılacaktır. Bu ittifak, tüm insanlığı tehdit eden meseleleri bertaraf etme noktasında hareket edecektir.

 

]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/kuresel-ittifak-ihtiyaci/feed/ 3