Gülnur BALCI – Açık Pencere https://www.acikpencere.com Gençlik Düşünce ve Araştırma Kuruluşu Thu, 04 Apr 2024 10:21:19 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://www.acikpencere.com/wp-content/uploads/2020/12/cropped-kullanici-32x32.png Gülnur BALCI – Açık Pencere https://www.acikpencere.com 32 32 Akademik Pusula: Güvenli Bölge Nedir? https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/akademik-pusula-guvenli-bolge-nedir/ https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/akademik-pusula-guvenli-bolge-nedir/#respond Tue, 30 May 2023 09:51:17 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=18946 Güvende olmak, insanların var olduğu zamandan beri en önemli arayışlarından biri. Bu hafta güvenli bölgeye kavramını konuşacağız. Mülteci durumuna düşen insanların kendi ülkeleri içerisinde savaş veya zulüm tehlikesinden uzak, güvenli bir yer sağlayan ve bu yönüyle ülke dışına irticaya alternatif bir seçenek olarak tanımlanabilir. Güvenli bölge kavramı ilk kez 1991 yılında ortaya çıkmıştır. Güvenli bölge tarafsız askeri birliklerin bulunduğu insani yardım kuruluşlarının serbestçe hareket edebildiği sınırları belli uluslararası koruma altında bir alandır. Uluslararası hukukta güvenli bölge, insan hakları açısından siviller, muharip olmayanlar, yaralı ve sivil askerler için koruma sağlamaktadır. Akademik Pusula’da bu hafta “Güvenli Bölge” kavramını inceledik. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere hoşça kalın.

]]>
https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/akademik-pusula-guvenli-bolge-nedir/feed/ 0
Akademik Pusula: Önleyici Diplomasi Nedir? https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/akademik-pusula-onleyici-diplomasi-nedir/ https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/akademik-pusula-onleyici-diplomasi-nedir/#respond Sat, 07 Jan 2023 09:46:30 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=18940 Diplomasinin temelinde devletler arası ilişkilerin barış içerisinde sürdürülmesi yer alır. Ancak uluslararası sistemin yapısı ve devletlerin çıkarları nedeniyle her zaman barışçıl ilişkiler sürdürmek mümkün değildir. Çatışmaların önüne geçmek ya da daha az zararla sona erdirmek için kullanılan bir yöntem; önleyici diplomasi! Bu hafta önleyici diplomasi kavramını konuşalım. Önleyici diplomasi, Boutros Gali tarafından “çatışması muhtemel taraflar arasında anlaşmazlıkların çıkmasını, taraflar arasında var olan uyuşmazlıkların çatışmaya tırmanmasını ve çıkmış olan çatışmaların yayılmasını önleyen mekanizmalardan oluşan diplomasi türü” olarak tanımlanmıştır. Önleyici diplomasi, çatışmaları önceden önlemesi, az maliyetli olması ve daha çok insanın hayatını kurtarması gibi nedenlerden dolayı taraflar arasında tercih edilen bir diplomasi türüdür. Önleyici diplomasi; “Zorlayıcı diplomasi, kurumsal teşvikler, iş birliği yönetimi ve sistematik transformasyon basamaklarından oluşur.”

]]>
https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/akademik-pusula-onleyici-diplomasi-nedir/feed/ 0
Uluslararası Hukuk Açısından Doğu Akdeniz ve Türkiye https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/uluslararasi-hukuk-acisindan-dogu-akdeniz-ve-turkiye/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/uluslararasi-hukuk-acisindan-dogu-akdeniz-ve-turkiye/#respond Tue, 11 Oct 2022 16:41:39 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=7770 Özet

Geçmişten günümüze Türk dış politikası incelendiğinde 1571’den İngiltere’nin ilhakına kadar Türk hakimiyetinde olan Kıbrıs daha sonraki süreçte giderek önemini artıran bir başlık haline gelmiştir. Küreselleşen dünyada artan enerji ihtiyacı ve enerji üretim maliyetleri devletleri yeni alternatif kaynaklar aramaya ve mevcut kaynakların hakimiyetini korumaya yöneltmiştir. Doğu Akdeniz bölgesinde bulunan yeni enerji yatakları Akdeniz’e kıyısı olan devletlerin bölgeye olan ilgisini yeniden canlandırmış, uluslararası enerji şirketlerinin de faaliyet göstermek istediği başlıca alanlardan biri haline gelmiştir. Bu makalede Türk dış politikasında önemli konulardan biri olan Doğu Akdeniz ve enerji politikaları uluslararası hukuk ve karşılıklı bağımlılık perspektifinden incelenecektir.

Giriş

Akdeniz’in kontrolü açısından stratejik bir öneme sahip olan Kıbrıs adası 1571 yılında Osmanlı-Venedik savaşı sonucunda Türk hakimiyetine girmiştir. 1878’de Osmanlı-Rus savaşının ardından İngiltere’ye kiralanan ada Birinci Dünya Savaşı sırasında 1914’te İngiltere adayı ilhak etmiştir. 1925’te kraliyet kolonisi ilan edilen Kıbrıs’ta Rumlar Enosis isyanları başlatmış adadaki Türkler ve Rumlar arasında çatışmalar yaşanmıştır. Türkiye’nin girişimleri ile uluslararası alanda başarılı bir diplomasi yürütülerek 1959’da adada bir devlet kurulsa da bu devlet uzun ömürlü olmamıştır. Rumların artan saldırıları ve adada yaşanan insan hakları ihlalleri sonucunda 1974 yılında Kıbrıs Barış harekatı yapılmıştır. 1983 yılında ise KKTC devleti kurulmuş günümüzde de giderek önemini koruyan bir bölge olarak varlığını sürdürmektedir.

Uluslararası hukukta devletlerin ülke kavramı tanımlanırken hava, kara ve deniz olmak üzere sınıflandırma yapılmaktadır. Devletler egemenlik haklarını üç alanda da korumak ve egemenlik haklarından doğan yetkileri kullanmak istemektedir. Doğu Akdeniz’de konumu nedeniyle günümüzde önemli enerji kaynaklarına sahip olan Kıbrıs bu bağlamda Türkiye’nin dış politikasında da önemli bir yere sahiptir. Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye uluslararası hukuka dayanarak Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmak istemektedir. Doğu Akdeniz Türkiye açısından önemli olduğu kadar ABD, Rusya, Çin ve Hindistan gibi ülkelerinde ticaretinde yer alan güzergahlardan biridir. Deniz ticaretinde uluslararası “deniz trafiğinin %30’u petrol taşımacılığının %25’i Akdeniz’den geçmektedir” (Canyaş, Kocakuşak, Canyaş, 2013, s.115). 2000’li yılların başında hidrokarbon kaynaklarının önem kazanması ile birlikte Doğu Akdeniz enerji açısından da ön plana çıkmıştır. “ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi verilerine göre Doğu Akdeniz’deki Levant ve Suriye kıyılarına yakın bölgelerde 3.5 trilyon metreküp doğalgaz ve 1.7 milyar varil petrol rezervi bulunmaktadır” (Anadolu Ajansı, 2019).  Avrupa’daki ve Türkiye’deki yıllık ortalama doğalgaz tüketim verileri dikkate alındığında “Doğu Akdeniz’deki mevcut rezervler Türkiye’nin 575 yıl, Avrupa’nın ise 30 yıllık enerji ihtiyacına karşılık gelmektedir” (Kaya, Kütükçü, 2016, s.143).

1.Uluslararası Deniz Hukuku ve Doğu Akdeniz

Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarının keşfinden sonra uluslararası alanda ortaya çıkan problemlerden biri kıyıdaş devletlerin rezerv paylaşımıdır. Uluslararası deniz hukukunda başlıca kural bir deniz alanına kıyısı olan devletlerin kendi karasularında, münhasır ekonomik bölgelerinde ve kıta sahanlıklarında faaliyet gösterebilme haklarına sahip olmalarıdır. Deniz hukukuna ilişkin uluslararası alanda temel belge birçok maddesi örf adet hukukuna da kaynaklık eden 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesidir. Bu sözleşmenin 3. maddesine göre karasularının genişliği esas hatlardan itibaren azami 12 deniz milidir. 2004 yılına kadar Güney Kıbrıs Rum Yönetimi tarafından 12 millik karasuları kuralı uygulanırken, 2001 yılında bulunan yeni enerji kaynaklarının da etkisiyle “2004 yılında hem 24 millik bitişik bölge hem de 200 millik münhasır ekonomik bölge ilan edilmiştir” (Başeren, 2010, s.11). Rum Yönetimi kendi içerisinde deniz alanlarına ilişkin yasayı çıkarmadan da önce Mısır, İsrail, ABD’nin sondaj çalışmalarına izin veren faaliyetlerde bulunmuştur. Rum yönetimi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni adada yok sayarak adanın tek temsilcisi gibi Uluslararası Hukuka aykırı eylem işlemektedir.

Türkiye’nin deniz hakimiyet alanı dikkate alındığında “ipso facto ve ab inito kıta sahanlığına sahip olduğu” (Başeren, 2010, s.28-29) tezinden hareketle, güney kıyılarımızın karşısında Mısır kıyılarının olduğukıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge sınır kuralları uygulanarak orta hattın Mısır ile çekilip Güney Kıbrıs Rum Yönetimine de az bir deniz alanında kullanım hakkı tanınmalıdır. Hakça ilkeler göz önünde bulundurulduğunda Rum Yönetimi iddiaları ortadan kalkmaktadır. Türkiye’nin “kıyı şeridi uzunluğu 656 mil iken, Rum Yönetimi’nin kıyı şeridi uzunluğu ise bu bölgede 32 mildir” (Pazarcı, 2015, s.195). Diğer yandan adada meşru bir devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin de deniz egemenlik hakları göz ardı edilemez. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 2005 yılında yaptığı karasuları kanununa dayanarak TPAO’ya 13. parselde arama yetkisi vermiştir.

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının kullanımını meşru hale getirebilmek için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Lübnan ile Rum Yönetimi arasında münhasır ekonomik bölge sınırlandırma anlaşması yapılmış ayrıca diplomatik ilişkilerimizin yakın dönemde çok iyi olmadığı Suriye ile de böyle bir anlaşma yapılabileceği gündeme gelmiştir. 2003 yılında ise Güney Kıbrıs ve Mısır arasında da yine bir deniz yetki alanı antlaşması yapılmıştır.

Türkiye’yi ilgilendiren başka bir gelişme ise 6 Ocak 2020 tarihinde Yunanistan ile Mısır arasında Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin de hak talep ettiği bölgeleri de içeren münhasır ekonomik bölge sınırlandırma antlaşmasının imzalanmış olmasıdır. Aslında bu antlaşmanın zamanlaması oldukça dikkat çekicidir. Türkiye’nin Yunanistan açısından “Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile 28 Kasım 2019’da imzaladığı deniz yetki alanı antlaşması” (Acer,2020, s.15) ve bölgede önemli bir güç olmak isteyen Mısır açısından Türkiye’nin Libya hükümeti ile yakın ilişkiler kurması Yunanistan ve Mısır’ı harekete geçirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Mısır ve Yunanistan arasında yapılan bu antlaşma üzerine yaptığı açıklamada

Yunanistan ile Mısır arasında deniz sınırı bulunmamaktadır. Bugün imzalandığı açıklanan sözde deniz yetki alanları sınırlandırma anlaşması Türkiye için yok hükmündedir. Bu anlayışımız sahada ve masada ortaya konacaktır. Sözde sınırlandırılan alan, Birleşmiş Milletler’e de bildirilen Türk kıta sahanlığı içinde yer almaktadır. 2003 yılında GKRY ile imzaladığı anlaşma ile 11.500 km2’den vazgeçen Mısır, Yunanistan’la bugün imzaladığı bu sözde anlaşma ile de yine deniz yetki alanı kaybına uğramaktadır. Bu anlaşmayla Libya’nın hakları da gaspedilmeye çalışılmaktadır.Türkiye’nin, sözkonusu alanda herhangi bir faaliyete izin vermeyeceği ve Doğu Akdeniz’de ülkemizin ve Kıbrıs Türkleri’nin meşru hak ve çıkarlarını kararlılıkla savunmaya devam edeceği kuşkusuzdur. (Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, 2020, https://www.mfa.gov.tr/no_-165_-yunanistan-ile-misir-arasinda-sozde-deniz-yetki-alanlari-anlasmasi-imzalanmasi-hk.tr.mfa) ” ifadelerine yer verilmiştir.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Mısır, Yunanistan, Lübnan, Suriye, İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi devletleri ile egemenlik mücadelesi verdiği açıktır. Ayrıca bu devletler kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri alanlarda ABD, Fransa, İtalya gibi devletlerin uluslar arası enerji şirketlerine arama, işletme izinleri ve ruhsatları vererek Türkiye’nin ticari alanda kazanımlarını da engellemektedirler.

Sonuç

Geçmişten günümüze Türk dış politikası incelendiğinde Kıbrıs ve Doğu Akdeniz uluslararası alanda Türkiye’nin hak ve menfaatlerinin ihlal edildiği ve mücadele ettiği alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin yakın zamanlarda ilişkilerinin olumsuz etkilendiği devletler olan Mısır, Yunanistan, Suriye gibi devletlerin de diplomatik olarak Türkiye’ye karşı cephe almış olmaları Doğu Akdeniz gerilimini tırmandırmaktadır. Doğu Akdeniz’de devletlerden aldıkları ruhsatları gerekçe göstererek faaliyet gösteren uluslararası enerji şirketleri de hukuka aykırı bir eylem işlemekte olup uluslararası alanda hukuka uyma çağrısı yaparken kendileri bu alanda ikircikli bir tavır sergilemektedirler. Türkiye Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti uluslararası hukuktan doğan hak ve menfaatlerini korumak adına bölgede hukuka uygun hareket ederek bölgesel ilişkilerini güçlendirmeli ve mevcut alanlarda faaliyetlerini sürdürmelidir. Ulusal ve uluslararası alanda deniz yetki alanları konusunda çalışacak nitelikli devlet görevlileri, hukukçular ve uzmanlar yetiştirilmeli gerekli önemler alınmalıdır.

Kaynakça

]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/uluslararasi-hukuk-acisindan-dogu-akdeniz-ve-turkiye/feed/ 0
Akademik Pusula: İnsani Müdahale Nedir? https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/insani-mudahale-nedir/ https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/insani-mudahale-nedir/#respond Sun, 31 Jul 2022 11:03:42 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=7072 Kuvvet kullanma? Askeri müdahale? Uluslararası ilişkilere ilişkin bir metin okuduğunuzda karşılaşacağınız olası kavramlardan bazıları. Bilindiği üzere uluslararası alandan meşru bir sebep olmadığı sürece kuvvet kullanmak yasaktır. Peki insani müdahale nedir?

Özellikle Soğuk Savaş sonrasında günümüzdeki anlamıyla şekillenen insani müdahale kavramı “bir devletin başka bir devlete karşı, buradaki geniş çaplı insan hakları ihlallerini önlemek için kuvvet kullanmasıdır (Keskin,1998, s.125)”.

Uluslararası ilişkilerde uyuşmazlıkların çözümünde barışçıl yollara öncelik verilmesi gereklidir. Güç kullanımı da içeren insani müdahale insani krizlerin sonlandırılması ve ortaya çıkması muhtemel çatışmaların önlenmesi için gerçekleştirilebilir.

Bir devlet vatandaşlarını soykırım, etnik temizlik, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan dolayı koruyamıyor veya korumada isteksiz davranıyorsa BM Güvenlik Konseyi kararıyla insani müdahale gerçekleştirmek mümkündür. Ancak insani müdahale kavramı amacı dışında kullanılmamalı, “devletlerin iç işlerine karışmama” prensibi dikkate alınmalıdır.

Video için tıklayınız!

]]>
https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/insani-mudahale-nedir/feed/ 0
Akademik Pusula: Devletler Arası Tanıma Nedir? https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/devletler-arasi-tanima-nedir/ https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/devletler-arasi-tanima-nedir/#respond Sun, 03 Jul 2022 11:35:08 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=6484 Akademik Pusula’dan herkese merhaba! Uluslararası Hukukun önemli isimlerinden biri olan Hans Kelsen göre devletler arası tanıma “biri siyasi, diğeri de hukuki olmak üzere iki farklı unsurun bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Siyasi tanıma, diplomatik ilişki kurmakla vücut bulur ve bu olguda tanıyan devlet, tanınan devlet ile ilişki kurma iradesini belirlemiş olur. Kelsen’e göre, “hukuki tanıma tanınan topluluğa hukuki varlık kazandırır.” Yani “hukuki anlamda var olma,” uluslararası bağlamda hukuki tanımayı getirir. Bir topluluğu hukuki bağlamda devlet olarak tanımak, o topluluğun devlet olarak varlığını uluslararası hukuk çerçevesinde kabul etmek anlamına gelir (Mackelm, 2008). Uluslararası Hukukta de facto, de jure, açık ve zimni tanıma türleri bulunmaktadır.

Video için tıklayınız!
]]>
https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/devletler-arasi-tanima-nedir/feed/ 0
Uluslararası Hukuk Perspektifinden Rusya – Ukrayna Krizi https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/uluslararasi-hukuk-perspektifinden-rusya-ukrayna-krizi/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/uluslararasi-hukuk-perspektifinden-rusya-ukrayna-krizi/#comments Thu, 03 Mar 2022 09:53:04 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=5790 Dünya ve Türk basınında sıcak gündemlerden biri olan Rusya ve Ukrayna arasında devam eden çatışma sürecini anlamak için öncelikle Rusya ile Ukrayna arasındaki krizin arka planını incelemek gerekir. 1991’de SSCB’nin dağılmasının ardından bağımsızlığını kazanan Ukrayna ve Belarus Rusya ile ilişkilerini devam ettirerek “Bağımsız Devletler Topluluğunu” kurmuştur. Rusya’nın amacı ticari ilişkilerini geliştirerek yeni bağımsız olan bu devletlerde kendine yakın hükümetler kurulmasını sağlayarak nüfuz alanını devam ettirmek istemesidir. Ancak Ukrayna’da durum Rusya’nın aleyhine olmuş ve Ukrayna,Batı ile ilişkilerini güçlendirmek için adımlar atmaya başlamıştır. Kiev meydanında gösteri yapan Ukraynalıların “geleceklerinin AB ve NATO’dan geçtiğini” (Sağlam, 2014, s.435) dile getirmeleri de Batı yanlısı bir politika izlendiğinin somut göstergelerinden biridir.

Rusya açısından Ukrayna oldukça önemli bir devlettir. Ukrayna, Avrupa ile Rusya arasında tampon niteliğindeyken aynı zamanda Rus gazının taşınmasında tercih edilen bir güzergâhtır. Ayrıca Sovyet döneminde Rusya’nın tahıl ihtiyacının karşılanmasında verimli bir kaynak, Karadeniz’de Rus faaliyetleri için stratejik limanlara sahip olan bir ülkedir. 2008 yılında NATO’nun Bükreş’te yapılan toplantısında Rusya için önemli iki devlet olan Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliğinin gündeme gelmesiyle gelecekte Rusya ile NATO’nun karşı karşıya geleceği ve güç mücadelesinin ortaya çıkacağının (Birsel, 2012, s.117) işaretleri ortaya çıkmıştır. Ukrayna’nın AB ile ilişkilerini geliştirmek amacıyla Ortaklık Antlaşması imzalaması beklenirken bu süreci askıya alması Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik politikalarında yeni adımlar atmasına neden olmuştur. Putin, 2013’de Ukrayna’ya Avrasya Gümrük Birliğine katılma çağrısında bulunmuş, Yanukoviç ile bu yönde görüşmeler gerçekleştirmiştir (Cura, 2016, AA). Yanukoviç’in AB ile yapılan antlaşmaların uygulanmasında olumsuz tavırlar sergilemesi, ekonomik ilişkilerin kötüye gitmesi ve Rusya’nın baskılarının artması Ukrayna’da istikrarsızlığı da beraberinde getirmiştir.

2014 yılında dönemin Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in ülkede başlayan protestoların ardından istifa etmesi sonucu ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanan Rusya “Ukrayna’nın Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştireceği, ardından da NATO’ya üye olacağı ve bu durumun da kendisi için bir tehdit oluşturacağı endişesiyle kendisi için stratejik öneme sahip olan Kırım’ı (Konak,2019, s.85)” ilhak etmiştir. Kırım’ın Rusya’ya katılması Donbas bölgesindeki ayrılıkçı gruplar için bir emsal teşkil etmiş ve bölgede çatışmalar ve gösteriler devam ederken Rusya bu gruplara Rus yanlısı olmaları nedeniyle destek vermiştir. Rusya’nın Donbas bölgesindeki bu ayrılıkçı cumhuriyetleri desteklemesinin nedeni hukuki anlamda “tanıma” yolu ile meşruiyet kazandırarak, bölgede askerlerini konuşlandırmak ve olası bir Ukrayna müdahalesinde kolayca bölgeye ulaşabilmektir. Ancak ne kadar hukuki gibi görünse de mevcut bölge Ukrayna’nın toprakları arasında kaldığı için bu girişim hukuka aykırıdır.

Donetsk ve Luhansk bölgeleri, Rusya, Ukrayna, AGİT’in de taraf olduğu Minsk Antlaşması sonucu ateşkes ilan edilmesine rağmen bölgedeki çatışmaların durdurulmasında etkili olmamıştır. 2015’te üç garantör devlet (Rusya, Almanya, Fransa) ile Ukrayna kapsamlı bir ateşkes ve barış anlaşması imzalanarak kriz çözümlenmeye çalışılmış ancak bölgedeki gerilim sona ermemiştir.

Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in 21 Şubat 2022’de yaptığı açıklamada “tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan eden sözde Donestsk ve Luhansk Cumhuriyetlerini tanıma kararını onayladıkları” ifadelerine yer vererek Ukrayna’nın toprak bütünlüğü aleyhine bir hamle yapmıştır. Bu iki cumhuriyet ile yaptığı savunma antlaşmalarını gerekçe göstererek Rus askeri birlikleri bölgeye konuşlandırılmıştır. Bu durum 2015 yılında imzalanan Minsk Antlaşmasının açıkça ihlalidir. Birleşmiş Milletler Antlaşması 2/4. Maddesi;

Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar” ifadeleriyle bir devletin başka bir devletin egemenliğine aykırı bir şekilde kuvvet kullanılmasını yasaklamaktadır. Rusya’nın Ukrayna’ya düzenlediği saldırılar açıkça Birleşmiş Milletler Şartı’na aykırıdır. Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne karşı işlenen her türlü saldırıda Ukrayna askeri kuvvetleri meşru müdafaa hakkı kapsamında karşılık verme hakkına sahiptir.

Ukrayna’dan yapılan yayınlarda sivil halkın, çocukların ve yerleşim yerlerinin saldırılar sonucunda zarar gördüğü bilinmektedir. Bu durum Uluslararası Hukuku açısından önemli belgelerden biri olan 1949 Cenevre Sözleşmelerine göre Rusya tarafı olduğu bu antlaşmayı da ihlal etmektedir. İki büyük Dünya Savaşı’ndan sonra barışın yeniden tesisi ve korunması amacıyla kurulan Birleşmiş Milletlerin kuvvet kullanma dahil her türlü önlemin alınmasında etkili olacak organı olan Güvenlik Konseyi de Rusya’nın aleyhine alınacak her türlü kararı engellemek için veto hakkını kullanması nedeniyle büyük bir çıkmaza girmektedir. Güvenlik Konseyi dönem başkanlığının da Rusya’da olması bu saldırının önceden planladığı yönündeki şüpheleri de kuvvetlendirmektedir.

Rusya’nın uluslararası hukuka aykırı eylemlerini durdurmak amacıyla uluslararası toplum çeşitli yaptırımlar uygulayabilir. Avrupa Birliği üyesi olan ve eskiden SSCB hakimiyetinde olan Estonya, Letonya, Litvanya gibi devletler Rusya’nın saldırgan tavrı karşısında askeri müdahale seçeneğine daha yakın devletler arasında yer almaktadır. AB, 2014’ten bu yana Rusya’nın bölgedeki faaliyetleri nedeniyle Rus şirketlerinin uluslararası sermaye piyasalarına erişimini kısıtlamak, ithalat ve ihracatlarını engellemek gibi önlemler almıştır. AB, Rusya’nın Minsk Antlaşmasına uymadığını gerekçe göstererek yaptırımları 6 ay daha uzatacağını[1] açıklamıştır. Rusya’nın saldırılarını devam ettirmesi halinde ekonomik olarak ciddi yaptırımlarla karşı karşıya kalması olasıdır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Rusya’nın veto etmesi nedeniyle karar alamaması halinde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu “barış için birlik” yöntemini uygulanarak Rusya’ya karşı çeşitli yaptırımlar uygulanmasını sağlanabilir. Barış için birlik yöntemi;

Güvenlik Konseyi; barışın tehdidi, ihlâli veya saldırı fiilinin mevcut göründüğü herhangi bir durumda, daimî üyeleri arasında oybirliği olmadığından dolayı uluslararası barış ve güvenliği korumaya yönelik aslî sorumluluğunun gereğini yerine getirmekte başarısız olduğu takdirde, Genel Kurul uluslararası barış ve güvenliği muhafaza etmek veya tekrar tesis etmek için, barışın ihlâli veya saldırı fiilinin varlığı hâlinde, silâhlı kuvvet kullanılması dâhil üye devletlere müşterek tedbirlerin alınmasına yönelik uygun tavsiyeleri belirlemek üzere konuyu derhal ele alacağını kararlaştırır. Genel Kurul toplantı hâlinde değilse, söz konusu talebi takiben yirmi dört saat içinde olağanüstü toplanabilir. Bu tür bir olağanüstü toplantı, Güvenlik Konseyinin herhangi bir yedi üyesinin oyu veya BM üyelerinin çoğunluğu tarafından talep edildiği takdirde yapılacaktır…” (Topal, 2014, s.115) şeklinde ifade edilmektedir.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 2/3 çoğunluğuyla kuvvet kullanma dahil her türlü yaptırım kararının alınması mümkündür. Mevcut durumda Rusya, barış için birlik kararı şartlarından olan barışın tehdidi, saldırı fiilinin gerçekleşmiş olması ve barışın bozulması koşullarını gerçekleştirmiştir. Ukrayna ve Rusya temsilcileri arasında yapılan görüşmeler sonucunda diplomatik yollardan barış sağlanamazsa uluslararası toplum bu duruma sessiz kalmamalı bir an önce barışın yeniden tesisi için harekete geçmelidir.

 

 

 

KAYNAKÇA

  • BİRSEL, H. (2012), “Başlangıçtan Günümüze NATO Sorunsalı “Madalyonun İki Yüzü”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 2012, Sayı 25, s.109-124.
  • HÜSEYNOV, F. (2003), “Bağımsız Devletler Topluluğunun Oluşumunun Hukuki Boyutları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 52, Sayı 4, s.387-401.
  • KONAK, A. (2019), “Kırım’ın İlhakı ile Sonuçlanan Ukrayna Krizi ve Ekonomik Etkileri”, Uluslararası Afro-Avrasya Çalışmaları Dergisi, Cilt 4, Sayı 8, s.80-93.
  • SAĞLAM, M. (2014), “21. Yüzyılda Küresel Rekabetin Zemini Ukrayna”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Cilt 69, Sayı 2, s. 435-444.
  • TOPAL, A.H. (2014), “Uluslar arası Barış ve Güvenliğin Sürdürülmesi Kapsamında Barış İçin Birlik Kararının Uygulanabilirliği” ,Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Sayı 19, s.101-126
İnternet Kaynakları
]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/uluslararasi-hukuk-perspektifinden-rusya-ukrayna-krizi/feed/ 1
Çevre Hukukunun Uluslararası Boyutları ve Türkiye https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/cevre-hukukunun-uluslararasi-boyutlari-ve-turkiye/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/cevre-hukukunun-uluslararasi-boyutlari-ve-turkiye/#respond Fri, 03 Dec 2021 14:34:26 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=4001 Giriş

Çevre hukukunun uluslararası hukukta görünür hale gelmesi küresel ısınma, iklim değişikliği gibi konuların devletlerin ulusal hukuk sistemlerini etkilemesiyle birlikte ortaya çıkan bir durumdur. Uluslararası hukukta çevrenin bir parçası olan denizler ve denizlerin kullanımına ilişkin uluslararası düzenlemeler ve antlaşmalar bulunsa da diğer çevre unsurlarına yönelik çalışmalar kısa zaman öncesine dayanmaktadır.

Devletlerin kendi ülkelerinin ana unsurları olan kara, deniz ve hava alanlarına yönelik kullanım hakları bulunsa da zaman zaman devletlerin hakimiyeti altında olan bu alanlarda gerçekleştirdikleri faaliyetler sonucunda sınır aşan diğer uluslararası hukuk kişilerini de etkileyen sorunlar ve sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Devletlerin sınır aşan faaliyetleri aynı zamanda devletlerin sorumluluğu konusunu da gündeme getirmektedir. Bu durum uluslararası çevre hukukunun da gelişimine katkı sağlamaktadır. Devletlerin çevre konusunu uluslararası alanda incelemesine neden olan unsurlar incelendiğinde en başta enerji kaynaklarının ekonomik alanda etkin ve verimli kullanımı, çevresel kirliliğinin önlenmesi ve canlı türlerinin korunması, iklim değişikliği ve su kaynaklarının kullanımı gibi başlıklar öne çıkmaktadır.

  • Çevre Hukukunun Gelişimi ve Devletlerin Sorumluluğu

Uluslararası alanda uluslararası hukukun kişilerinden olan devletlerin sorumluluğuna ilişkin birçok kural ve düzenleme bulunmaktadır. Devletler arası ilişkilerde başlıca unsur barışçıl bir şekilde egemenlik haklarını korumaktır. Bir devlet başka bir devletin kara, deniz ya da hava hakimiyet alanına zarar verecek bir faaliyette bulunursa bu durumda verdiği zararı gidermekle yükümlüdür. Çevre hukuku alanındaki gelişmeler dikkate alındığında ise uluslararası hukukun kaynaklarından olan uluslararası teamül hukukunda “diğer devletlere zarar vermeme, çevreye saygı gösterme ve koruma yükümlülüklerine halel getirmeme” (Shaw, 2018, s.616) gibi düzenlemeler bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda çevre konusunda birçok karar alınmış bu durum çevre hukukunun temel belgelerinin oluşmasına katkı sağlamıştır. Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Konferansı sonucunda 1972 yılında Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) kurulmuştur[1]. Birleşmiş Milletler Çevre Programının faaliyetleri sonucunda çevre hukuku alanında birçok uluslararası çevre sözleşmesi ortaya çıkmıştır. “1985 Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi ve 1987 Montreal Protokolü ile 1992 Biyoçeşitlilik Sözleşmesi” (Shaw, 2018, s.612) sözleşmeler bunlardan bazılarıdır.

Uluslararası hukukta karasuları, denizler ve su yollarının kullanımına ilişkin kuralların bulunması çevre hukuku alanında da gelişmelere katkı sağlamıştır. “Oder Nehri Uluslararası Komisyonunun Bölgesel Yargı Yetkisi” (International Commission on the River Oder) davasında verilen kararda “… nehre kıyıdaş olan devletlerin nehrin kullanımına yönelik tam eşitlik ve imtiyaz haklarının olmadığı[2]” ifadelerine yer verilmiştir. Bu kararı önemli kılan durum ise bir doğal su yolunun devletler arasında kullanım koşullarının ve çevresel bir konunun devletler arası mesele haline gelmesidir.

Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri’nin taraf olduğu Trial Smelter davasında Kanada’nın sınırları içerisinde yer alan bir fabrikanın üretim faaliyetleri sonucunda ortaya çıkan sülfür gazının Amerika toprakları içerisinde yer alan bir bölgede ekili alanlara ve ormanlara zarar vermesi konu edilmektedir. Bu davada verilen kararda “…verilen zarardan devletin uluslararası sorumluluğunun olduğu[3]” yönünde ifadeler yer almaktadır. Devletler arası ilişkilerde güç kullanımı da zaman zaman çevresel konular ekseninde incelenmiştir. Corfu Channel (Korfu Boğazı) davasında “… devletlerin topraklarının başka bir devlete karşı kuvvet kullanılmasında üs olarak kullanılmasından doğan sorumluluk…” kararıyla egemenliğin ve çevrenin unsuru olan toprağın kullanımı da uluslararası hukukta önemli bir konu haline gelmiştir.

Küresel ısınma, asit yağmurları, ozon tabakasının incelmesi gibi konuların küresel ölçekte gündeme gelmesiyle birlikte uluslararası çevre hukuku da giderek önem kazanmıştır. Uluslararası alanda çevre hukukunun temel ilkeleri incelendiğinde “çevre hakkı, ödev boyutu, önleme ilkesi, sürdürülebilir kalkınma, iş birliği ve eşgüdüm, entegrasyon, katılım, kirleten öder, ihtiyat ilkeleri” geçerlidir. Çevre hukukuna ilişkin sözleşmeler incelendiğinde “sınır aşan çevre kirliliği nedeniyle hava, deniz, kara gibi değerlerin korunması, kirlenmenin önlenmesi ve denetimi (Kılıç, 2001, s.136)” temel konular olduğu görülmektedir.

1.2.Çevre Hukuku ve Türkiye

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 90: “…Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz” ifadesi uluslararası hukukun kaynaklarının ulusal hukukta nasıl yer bulacağına ilişkin temel kurallardan biridir. Türkiye uluslararası alanda çevre hukuku alanında da birçok antlaşmaya taraf olan ve ulusal mevzuatını da uluslararası alanla uyumlu hale getiren bir devlettir.

Ulusal hukuk mevzuatımızda çevre hukukuna ilişkin ilk düzenleme 1982 Anayasasının 56. maddesidir. 56. Maddenin ilk iki fıkrasında çevre hakkı “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” ifadeleriyle düzenlenmiştir. 11 Ağustos 1983 tarihinde çıkarılan “Çevre Yasası”, 1984, 1990 ve 1991 yıllarında değişikliğe uğramıştır (Gürseler, 1999, s.820). Ulusal mevzuatın yanı sıra Türkiye çevre konusunda birçok uluslararası sözleşmenin de tarafıdır. Bu sözleşmeler:

Kısaltma Antlaşma Adı Tarih Yeri Yürürlük Tarihi Türkiye’nin Taraf Olma Tarihi
Viyana Sözleşmesi Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana

Sözleşmesi

1985 Viyana 1988 1991
Montreal Protokolü Ozon Tabakasını İncelten Maddelere Dair Montreal

Protokolü

1987 Montreal 1989 1991
BMİDÇS BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 1992 Rio de Janerio 1994 2004
KP BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolü 1997 Kyoto 2005 2009
BÇS Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi 1992 Rio de Janeiro 1993 1996
Kartagena Protokolü Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin Biyogüvenlik

Kartagena Protokolü

2000 Kartagena 2003 2004
BMÇMS Özellikle Afrika’da Ciddi Kuraklık ve/veya

Çölleşmeye Maruz Ülkelerde Çölleşme ile

Mücadele İçin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, BM

Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi

1994 Paris 1996 1998
CITES Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki

Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme

1973 Vaşington 2007 1996
Ramsar Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak

Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar Hakkında

Sözleşme

1971 Ramsar 1975 1994
Barselona

Sözleşmesi

Akdeniz’in Deniz Ortamı ve Kıyı Bölgesinin

Korunması Sözleşmesi

1976-1995 Barselona 2004 2002
Boşaltma Protokolü Akdeniz’de Gemilerden ve Uçaklardan Boşaltma

veya Denizde Yakmadan Kaynaklanan Kirliliğin

Önlenmesi ve Ortadan Kaldırılması Protokolü

1976-1995 Barselona Henüz

yürürlüğe

girmemiştir.

2002 yılında

ülkemiz

protokolü

onaylamıştır.

Tehlikeli Atık Protokolü Akdeniz’de Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Hareketleri

ve Bertarafından Kaynaklanan Kirliliğin Önlenmesi

Protokolü

1996 İzmir 2008 2004
LBS Protokolü Akdeniz’in Kara Kökenli Kaynaklardan ve

Faaliyetlerinden Dolayı KirlenmeyeKarşı Korunması

Protokolü

1980-1996 Madrid 2008 2004
Müdahale ve Acil

Durum Protokolü

Olağanüstü Hallerde Akdeniz’in Petrol ve Diğer

Zararlı Maddelerle Kirlenmesinde

Yapılacak Mücadele ve İşbirliğine Ait Protokol

2002 Malta 2004 2003
SPA ve Biyoçeşitlilik

Protokolü

Akdeniz’de Özel Koruma Alanları ve Biyolojik

Çeşitliliğe İlişkin Protokol

1995 Barselona 1999 2002
Bükreş Sözleşmesi Karadeniz’in Kirlenmeye Karşı Korunması

Sözleşmesi

1992 Bükreş 1994 1994
LBS Protokolü Karadeniz Deniz Çevresinin Kara Kökenli

Kaynaklardan Kirlenmeye Karşı Korunmasına Dair

Protokol

1992 Bükreş 1994 1994
Acil Durum Protokolü Karadeniz Deniz Çevresinin Petrol ve Diğer Zararlı

Maddelerle Kirlenmesine Karşı Acil Durumlarda

Yapılacak İşbirliğine Dair Protoko

1992 Bükreş 1994 1994
 Boşaltma Protokolü Karadeniz Deniz Çevresinin Boşaltmaları Nedeniyle

Kirlenmesinin Önlenmesine İlişkin Protokol

1992 Bükreş 1994 1994
Biyolojik Çeşitlilik ve

Peyzaj Protokolü

Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması

Sözleşmesi’nin Karadeniz’de Biyolojik Çeşitliliğin ve

Peyzajın Korunması Protokolü

2002 Sofya 2004 2004
Basel Sözleşmesi Tehlikeli Atıkların Sınırlarötesi Taşınımının ve

Bertarafının Kontrolüne İlişkin Bazel Sözleşmesi

1989 Basel 1992 1994
BAN Değişikliği Tehlikeli Atıkların Sınırötesi Taşınımının ve

Bertarafının Kontrolüne İlişkin Bazel Sözleşmesine

Getirilen Değişiklik

1995 Cenevre Henüz

yürürlüğe

girmemiştir

2003 yılında

ülkemiz

protokolü

onaylamıştır

Stockholm Sözleşmesi Kalıcı Organik Kirleticilere İlişkin Stokholm

Sözleşmesi

2001 Stockholm 2004 2004
CLRTAP Uzun Menzilli Sınırlarötesi Hava Kirlenmesi

Sözleşmesi

1979 1983 1983
EMEP Protokolü Avrupa’da Hava Kirleticilerinin Uzun Menzilli

Aktarılmalarının izlenmesi ve Değerlendirilmesi için

İşbirliği Programı (EMEP) nın Uzun Vadeli

Finansmanına Dair, 1979 Uzun Menzilli Sınırlarötesi

Hava Kirlenmesi Sözleşmesi Protokolü

1984 Cenevre 1988 1985
Bern Sözleşmesi Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını

Koruma Sözleşmesi

1979 Bern 1982 1984
ICCAT Atlantik Ton Balıklarının Korunmasına İlişkin

Uluslararası Sözleşme

1966 Rio de Janeiro 1969 2003
Avrupa Peyzaj Sözleşmesi 2000 Floransa 2004 2003
Antarktika Andlaşması 1959 Vaşington 1961 1996
Madrid Protokolü Antarktika Sözleşmesi Çevre Koruma Protokolü 1991 Madrid 1998 2017

Kaynak: https://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Anlasmalar.pdf

2.1. Paris İklim Antlaşması ve Türkiye

Paris İklim Antlaşmasına giden yol incelendiğinde ilk olarak karşımıza çıkan belge 1992 yılında Rio de Janeiro’da 154 devletin imzaladığı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesidir. Bu sözleşmenin temel amacı “iklim sistemine tehlikeli sonuçlar yaratacak insan müdahalesinin önlenmesi[4]” olarak belirlenmiştir. Daha sonraki süreçte antlaşmanın geliştirilmiş bir versiyonu olan Kyoto Protokolü kabul edilmiş, antlaşmanın 2020 yılında sona erecek olması ikame bir durum zorunluluğunu da beraberinde getirmiştir.  2015 Paris’te yapılan toplantı sonucunda Paris İklim Antlaşması imzalanmıştır. Paris İklim Antlaşması ile “iklim değişikliğiyle mücadelede gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasına ve tüm ülkelerin “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi tahtında sorumluluk üstlenmesi[5]” ilkelerine dayandırılmıştır.

Paris İklim Antlaşmasının imzalayan devletlerden biri olan Türkiye 6 Ekim 2021 tarihinde TBMM’de onaylayarak yürürlüğe koymuştur. Uluslararası hukukta önemli ilkelerden biri olan ahde vefa ilkesine göre devletler taraf olduğu antlaşmalara uyma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu ilkeden hareketle Paris İklim Antlaşması Türkiye’ye yeni yükümlülükler getirecektir. Antlaşmadan sorumluluğun gereği olarak Türkiye “2030 yılına kadar emisyon artışını %21 azaltma taahhüdünde bulunmuş, gerçekleştireceği faaliyetleri de Ulusal Katkı Beyanlarında açıklayacaktır[6].” 29 Ekim 2021 tarihinde 31643 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 85 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının adı Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak değiştirilmiştir. Türkiye antlaşmadan doğan diğer sorumluluklarını da hem ulusal hem de uluslararası alanda yerine getirmekle yükümlüdür.

 

 

 

Kaynakça

  • GÜRSELER, G., (1999). Türkiye’de Çevre Hukuku, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Cilt 3, s.811-830.
  • KILIÇ, S., (2001). Uluslararası Çevre Hukukunun Gelişimi Üzerine Bir İnceleme, Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt 2, Sayı 2, s.131-149
  • SHAW, M., (2018). Uluslararası Hukuk, TÜBA Bilimler Akademisi, http://www.tuba.gov.tr/files/yayinlar/ders-kitaplari/Uluslararas%C4%B1Hukuk.pdf
  • https://legal.un.org/riaa/cases/vol_III/1905-1982.pdf, s.1912
  • https://www.mfa.gov.tr/data/DISPOLITIKA/Anlasmalar.pdf
  • Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP). (tarih yok). Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı: https://www.mfa.gov.tr/birlesmis-milletler-cevre-programi.tr.mfa adresinden alındı
  • KAPLAN, B. (2021, Ekim 12). Paris İklim Anlaşması ve Türkiye’nin ekoloji-ekonomi denklemi. Anadolu Ajans: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/paris-iklim-anlasmasi-ve-turkiyenin-ekoloji-ekonomi-denklemi/2389711 adresinden alındı
  • Paris Anlaşması. (tarih yok). Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı: https://www.mfa.gov.tr/paris-anlasmasi.tr.mfa adresinden alındı
  • Permanent Court Of Internatıonal Justıce. (1929, Eylül 10). Worldcourts: http://www.worldcourts.com/pcij/eng/decisions/1929.09.10_river_oder.htm adresinden alındı
  • SATIL, C. (2021, Ekim 12). Türkiye Paris Anlaşması’nı Onayladı. Doğruluk Payı: https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-paris-anlasmasi-ni-onayladi?gclid=Cj0KCQiAqGNBhD3ARIsAO_o7ym8hRF2GriTYgISLimF2cRRQnwxXe_3A22WQxEKyKTj6mYx6xx0FcgaAuSeEALw_wcB adresinden alındı

 

[1] https://www.mfa.gov.tr/birlesmis-milletler-cevre-programi.tr.mfa, (er.20.11.2021)

[2] http://www.worldcourts.com/pcij/eng/decisions/1929.09.10_river_oder.htm

[3] https://legal.un.org/riaa/cases/vol_III/1905-1982.pdf, s.1912

[4] https://www.dogrulukpayi.com/bulten/turkiye-paris-anlasmasi-ni-onayladi?gclid=Cj0KCQiA-qGNBhD3ARIsAO_o7ym8hRF2GriTYgISLimF2cRRQnwxXe_3A22WQxEKyKTj6mYx6xx0FcgaAuSeEALw_wcB

[5] https://www.mfa.gov.tr/paris-anlasmasi.tr.mfa

[6] https://www.aa.com.tr/tr/analiz/paris-iklim-anlasmasi-ve-turkiyenin-ekoloji-ekonomi-denklemi/2389711

 

]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/cevre-hukukunun-uluslararasi-boyutlari-ve-turkiye/feed/ 0
Mülteci Nedir? https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/multeci-nedir/ https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/multeci-nedir/#respond Mon, 05 Jul 2021 17:05:25 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=3171 25 Haziran 2021’de Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen AB’nin Türkiye’deki mülteciler için ek 3 milyar euro fon ayıracağını açıkladı. Ulusal basında sıkça karşılaştığımız, Suriye iç savaşından sonra dış politikamızda önemli bir kavram haline gelen mülteciler uluslararası hukukta nasıl tanımlanıyor?

Mülteci kavramı genel anlamı ile tehlikelere karşı sığınak arayan kişi anlamında kullanılan bir kavram iken zamanla değişime uğrayan bir statü halin gelmiştir. 1951 Mültecilerin Statüsü Hakkında Konvansiyona göre mülteciler ırk, din, millet, sosyal bir grubun veya siyasi düşüncenin üyesi olmaları nedeniyle zulüm korkusundan vatandaşı olduğu devletin dışında kalan veya bu korku sebebiyle o devletin korumasından yararlanamayacak kişilerdir. Sığınmacılar ise mülteci statülerinin tanınması için bulundukları devlete başvuran kişilerdir. Mülteciler yasal ya da yasal olmayan yollardan bir devletin sınırlarına girebilirler.

Mültecilerin uluslararası alandan görünür hale gelmesi ve yardım konusu ilk kez Birinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkmıştır. İlerleyen süreçte 1930 yılında Hükümetlerarası Mülteci İdaresi ve Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi kurulmuştur. Uluslararası Mülteci Örgütü Avrupa’da İkinci Dünya Savaşının sebep olduğu binlerce mülteci grubun ülkelerine dönmelerine ve yerleşmelerine yardım etmiştir.

Birleşmiş Milletler Yardım ve Rehabilitasyon İdaresi Konvansiyonunda mültecilerin inanç özgürlüğü, mahkemelere erişme, kamu yardımlarından yararlanma, iş edinme, eğitime erişme, dolaşım özgürlüğü haklarının olduğuna yer verilmiştir.

1950’lerden itibaren liberal kapitalist devletler ile komünist blok arasındaki gerilim arttıkça mültecilerin kabulü de bir propaganda haline gelmiştir. 1960’larda III. Dünya ülkelerinden bir mülteci akını başlamıştır. 1980’lerde bu sayı 6 milyon iken günümüzde 70 milyonu bulmaktadır.

 

 

 

 

]]>
https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/multeci-nedir/feed/ 0
Soykırım Nedir? https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/soykirim-nedir/ https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/soykirim-nedir/#respond Mon, 21 Jun 2021 17:03:46 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=3125 28 Mayısta Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, yaptığı yazılı açıklamada, her iki ülkeden hükümet delegasyonlarının yaklaşık 6 yıllık müzakerelerinin ardından 1904-1908 yıllarında Korgeneral Lothar von Trotha’nın emriyle işlenen vahşetin, soykırım olarak tanınması üzerinde anlaştığını açıkladı.

Peki soykırım ne demek? Hangi eylemler soykırım sayılmaktadır? Hadi hep birlikte öğrenelim. Soykırım suçlaması, İkinci Dünya Savaşı sonrası bu savaşın galiplerinin diğerlerine ve sahipsiz kalan ortada kalan devletlere karşı yöneltilen en acımasız, en kötücül lekeler barındıran büyük kabuslarından biridir (Güneş, 2021)

En genel ifade ile soykırım, “siyasal, ulusal, ırksal ya da dinsel bir nedenle, azınlık durumundaki bir insan topluluğunu soyca yok etmeyi amaçlayan toplu öldürme eylemi” olarak tanımlanabilir. Jenosid kavramı ilk defa Rafael Lemkin tarafından 1944 yılında kullanılmıştır. Lemkin; Antik Yunanca ırk, kabile anlamlarına gelen “Genos” kelimesi ile Latince öldürme manasına gelen “Cide” kelimesini birleştirerek “Genocide” yani Soykırım kelimesini türetmiştir (Alpyavuz, 2009, s.50) Uluslar arası alandan en önemli antlaşmalardan biri olan 1948 BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme’nin ana konusu Lemkin’in yaptığı soykırım tanımlamasına dayanmaktadır.

Soykırım daha önce savaş suçları bağlamında değerlendirilirken, Almanya’nın ve Japonya’nın yöneticilerinin yargılandığı Nüremberg ve Tokyo Askeri Mahkemelerinin yargılamalarından sonra soykırım suçu insanlığa karşı suçlar kapsamında değerlendirilmeye başlamıştır.

Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi madde 2 soykırım eylemini 5 kategoride tanımlamıştır:

  1. Belirli bir gruba mensup olanların öldürülmesi,
  2. Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi
  3. Grubun bütünüyle veya kısmen fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
  4. Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak,
  5. Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletmek.
]]>
https://www.acikpencere.com/projeler/akademik-pusulaa/soykirim-nedir/feed/ 0
Analiz: Uluslararası Hukuk Açısından Filistin ve Kudüs https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/analiz-uluslararasi-hukuk-acisindan-filistin-ve-kudus/ https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/analiz-uluslararasi-hukuk-acisindan-filistin-ve-kudus/#comments Wed, 12 May 2021 10:48:14 +0000 https://www.acikpencere.com/?p=2728 Özet 

Kudüs, üç semavi din için de kutsal kabul edilen bir şehirdir ve tarihi boyunca farklı siyasi güçler tarafından kontrol edilmiştir. Şehrin statüsü uluslararası hukuk açısından karmaşık bir konudur ve İsrail’in Kudüs’ü başkent ilan etmesi ve şehrin statüsünü değiştirmeye yönelik girişimleri uluslararası hukuka alenen aykırıdır.  Birleşmiş Milletler kararları ve Cenevre Sözleşmesine göre İsrail’in işgal ettiği toprakları kendi topraklarına katması hukuk dışıdır ve de yasaktır. Bu nedenle İsrail’in Filistinlilere yönelik terörizm boyutunu da aşan şiddet eylemleri hem insanı hem hukuki açıdan aykırıdır. Bu yazıda; Uluslararası toplum, Kudüs’te barış ve istikrarın sağlanması için daha fazla çaba göstermesi gerektiğini ve bu çabalar, İsrail’in uluslararası hukuka uymaya zorlanması ve Filistinlilerin haklarının korunması yönünde olması gerektiği anlatılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Kudüs, Filistin, İsrail, Savaş

Abstract

Jerusalem is a city sacred to all three Abrahamic religions and has been controlled by different political powers throughout its history. The status of the city is a complex issue under international law and Israel’s declaration of Jerusalem as its capital and its attempts to change the status of the city are in flagrant violation of international law. According to United Nations resolutions and the Geneva Convention, Israel’s annexation of occupied territories is illegal and prohibited. Therefore, Israel’s acts of violence against the Palestinians, which go beyond terrorism, are both humanitarian and illegal. This article argues that the international community must do more to ensure peace and stability in Jerusalem and that these efforts should be directed towards forcing Israel to comply with international law and protecting the rights of Palestinians.

Keywords: Jerusalem, Palestine, Israel, War 

]]>
https://www.acikpencere.com/arastirma-alanlari/beseri-bilimler/analiz-uluslararasi-hukuk-acisindan-filistin-ve-kudus/feed/ 10